Seni okumaya geldim.. Kendimle buluştuğum günlerden biri. Cafedeyim. „Ne içersin?“ dedim kendime. „Kahve alayım“ dedi. „Nasıl hissediyorsun şuan kendini?“ diye sordum. Başladı anlatmaya. Güneşle birlikte doğdum güne. Gün içerisindeki en büyük hedeflerden biri belki de bu. Çevremle birlikte güne başlamak. Karga geliyor her sabah bahçeye. Bakışıyoruz. “Günaydın arkadaşım!” Kuşlar başlıyor cıvıl cıvıl ötmeye. “Ooo şenlik var sizin mahallede!” Horoz sesleniyor yan bahçeden. „Sana da günaydın sevgili horoz!” Karıncalar çıkıyor yuvasından. Sessiz bir gecenin ardından, Hayat yeniden başlıyor. Herkes görevinin başında, Herkes bir işle meşgul. Dakikalarca gökyüzünü izliyor, bulutların gelmesini bekliyorum. İlk görünen bulutta “çok şükür” diyorum. Çok geçmeden hüzün kaplıyor içimi. Gelen bulut bir kaç dakika sonra gidiyor. Dünyayı durduramıyorum. Zamanı durduramıyorum. Ölümü hatırlıyorum o an. Acaba ne kadar vaktim kaldı bu dünyada? Neler yapabilirim kalan vaktimde? Neler üretebilir, Neleri değiştirebilirim? Değiştiremediğim şartlara nasıl uyum sağlayabilirim? Bazen kitap okuyorum güneş doğarken. Bazen çevremi kitap gibi okuyorum. Bu sabah da öyle bir sabahtı. Arkadaşımdan gelen sesli mesajları sesli kitap gibi okudum. Anlaşılmıyor olmaktan, iç dünyasındaki yalnızlıktan bahsetmiş. Denize benzettiğim yalnızlığımdan bahsettim ona. “Şiir defterime yazıcam bu cümleleri” dedi. “İlk kez şiir defterime bir misafir konuk olacak” dedi. Allahım nasıl güzel bir yorum! Misafir oluyorum ona. Bedenimle değil, ruhumla. Sabah sabah derinleştim onun mesajıyla. Düşüncelere daldım yine. Çevremde herkes kitap gibi. Onları dinlemek kitap okumak gibi. Kitabı yayınlanmamış yazarlar her biri. Bazen ekran kaydı alıyorum yazdıkları mesajlardan. Basılmasa da, seneler sonra fotoğraflarıma baktığımda tekrar karşıma çıksın bu yazı istiyorum. Bazen not defterime taşıyorum mesajı. Bazen kendime bir yazı yazıyorum. Bazen paylaşıyorum yazıyı, bazen paylaşmıyorum. Çevrem benim kitaplığım aslında. Sık sık fikrine ihtiyaç duyduğum isimleri gündelik okuduğum kitapların arasına koyuyorum. Mutfakta usta olanlar bir rafta. Dünyayı iyi tanıyanlar bir rafta. Psikolojik konular bir rafta. Sosyolojik konular başka bir rafta. Bilimsel konular, yeni trendler, dijital dünya, Gen Z, Gen Alpha, Gen Boomer derken raflarım birbirinden farklı kitaplarla şekil alıyor. Her bir rafta hayat hikayeleri var. Bazen ağlıyorum onların hayatlarını okurken, bazen kahkhalarla gülüyorum, Bazen cesaretlerinden, Bazen pişmanlıklarından ders alıyorum. Riske girmeyi sevenler heyecanlandırıyor beni. Pes etmeyenler güçlendiriyor. Birşeyleri ilk kez deneyenler motive ediyor. Kimler yok ki kitaplığımda?Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım, hayatlarına ‘Abla’ olarak alanlar, iş hayatımda karşıma çıkan insanlar, gönüllü işlerde tanıştığım hayatlar, spor kulüplerindeki ilişkilerim, çocuklarımın arkadaşlarının aileleri. Mücadele var. Motivasyon var. Direnç var. Dram var. Başarı var. Başarısızlık var. Sabır var. Ümit var. Bir de memnun olmadığım ilişkilerim var kitaplığımda. ‘Zorunlu ilişkilerim’ adını taşıyan rafta yerini alanlar. Elimin pek ulaşmadığı yere koyuyorum. Mecbur kalmadıkça okumuyorum. Bir de okurken sıkan kitaplar var. Deniyorsun deniyorsun bir türlü ilerlemiyor. Bir kaç sene veriyorum aramızdaki ilişkiye. Değişmiyorsa çıkartıyorum kitaplığımdan. Seneler sonra tekrar denemek üzere kartona koyuyorum. Çünkü bazı karşılaşmaların yanlış zamanda olduğunu düşünüyorum. Kitabı kartona koyarken ‘Belki de benim seni okuyabilmem için önce kendimi okumam ve gelişmem gerekiyor. Belki de senin kendini okuman gerekiyor.’ diyorum. Senelerdir dokunmadığım kitaplarım da var kitaplığımda. Hayatıma almış, öylece bırakmışım bir kenarda. Yeni kitaplarıma odaklanmış, eskilerin hayatıma kattığı değeri unutmuşum. Belki de artan kitap sayısı arasında kaybolup gitmişler. Bir gün seni okuyacağım diye diye seneler geçmiş. Okuyamamışım. Buluşamamışım onların fikir dünyasıyla. Yeniden okumaya başladığım kitaplar da var. On sene önce anlamadığım kitapları daha iyi anlıyorum bazen. Bazen on sene önce anladığım kitapları bugün anlamıyorum. Yeniden kararlar alıyor, kitaplığımdaki yerini değiştiriyorum. Buluştuğum her insana içimden ‘Seni okumaya geldim’ diyorum. Bana öyle şeyler anlat ki, Burdan ayrılırken ikimiz de ‘İyi ki gelmişim. İyi ki vaktimin iki saatini seninle geçirmişim’ diyebilelim. Dünyanın dört bir yanında insanlar hak mücadelesi verirken, acı çekerken, yaşadığımız toplumda üzerimize almamız gereken sorumluluklar varken, oturup kalkıp konuşacağımız konular sulu börek, temizlik, onun bunun hayatı olmamalı. Sen nasıl oluşturuyorsun çevreni? Kitaplığında kimler var? Kim, ne katıyor ilişkine? Kiminle gelişiyor, kimlerle yerinde duruyorsun? Kimler dinliyor seni? Kimler susturuyor? Kimler dalıyor seninle denizin dibine? Kimler denizin kıyısında bekliyor?
Blog TR
Kendini nereye ait hissediyorsun?
Kendini nereye ait hissediyorsun? “Kendini nereye ait hissediyorsun?” diye soruyorum çevreme. „Hiçbir yere” diyor biri. Bir diğeri „Berlin’de büyüdüğüm mahalleye“ diye cevap veriyor. “Hem Türkiye’ye, hem de Almanya’ya” diyenler çoğunlukta. „Türkiyeyle hiçbir bağım yok benim“ diyor başka bir arkadaş. Alman toplumundan nefret eden de var, Türk toplumundan nefret eden de! “Dünya insanıyım ben” diyor biri. Yakın çevresine sadece Türkçe konuşan insanları alanlar da var, kayınvalidesiyle, eşiyle, çocuklarıyla dört beş dört dilli ilişkiler kuranlar da. Çemberi daraltıyor bazıları. “Kadın da olsam kadınların olduğu ortamlara ait hissetmiyorum” diyor. „Özgür yaşıyorum ama özgürlük adı altında herşeyi deneyen insanlara ait hissetmiyorum kendimi“ diyor bir arkadaş. “Başörtülüyüm ve dini sınırlarım var. Ne dindar cemaatlerde kabul görüyorum, ne de liberallerin arasında” diyor bir başka arkadaş. Kimi bağlı olduğu tarikatı söylüyor, kimi cemaati. Herkes bir şekilde bir yerlere ait, bir yerlerde yabancı hissediyor kendini. Bugün bir arkadaşla konuşuyorduk bu konuları. “Kendimi nereye ait hissediyorum biliyor musun?“ dedim. „Spor salonuna” Sağlık sıkıntılarım yönlendirdi beni spora. Dinmeyen baş ağrılarım, kas, mide, bağırsak problemlerim, yaşadığım gündelik stres kısa sürede kayboldu gitti. Daha da ötesi oldu. Toplumda aradığım pek çok şeyi spor salonunda buldum. Birbirini gören, dinleyen, anlayan, gülümseyen, eleştirmeyen, küçümsemeyen insanlarla karşılaştım. İçinde yaşadığım toplumla karşılaştım aslında spor salonunda. Farklı bir boyutta. Kim, kimdir bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Kim göçmen, kim burda doğmuş anlaşılmıyor. Kimse de sormuyor. Bazen kapıda duran arabalardan anlıyorum içerde zenginler olduğunu. Bazen içeri bir kadın giriyor. Herkes tanıyor onu. İsmini Google’e verince anlıyorum politikacı olduğunu. Kimse kimseyi parasıyla, akademik kariyeriyle, pozisyonuyla dövmüyor. Kimse kimseye silik davranmıyor. Herkes kalp atışlarıyla meşgul. Herkes nefes nefese kalıyor. Herkes zorlanıyor. Bazen derin derin nefes alan, “ölüyorum” diyen teyzeler diğer teyzeleri güldürüyor. “Kaç yaşındasınız?” diye soruyorum teyzeye. “80 yaşındayım” diyor. 5 sene önce başlamış spor yapmaya. ** Bazen çok fazla somurtan insanla karşılaşıyorum gün içerisinde. Yüzü gülen birilerini görmek için Fitness’e gidiyorum. Önce antrenörler gülümseyerek karşılıyor. Sonra diğer kadınlar. Herkes birbirine selam veriyor. Öğle vardiyesinde olan antrenörler sonradan geliyor. Uzaktan ‚Merhaba‘ deyip sürü muamelesi yapmıyorlar. Tek tek yanımızdan geçip gözlerimizin içine bakarak gülümsüyorlar. ** Kimse kimseye “Yapamazsın, başaramazsın” demiyor. Kimse kimseyi iğnelemiyor. Kimse kimseye eksiklerini hatırlatmıyor. Kimse kendiyle alakalı problemlerini başkasına kusmuyor. Kimse kimsenin dış görüntüsünü bakışlarıyla küçümsemiyor. Ev kıyafetleriyle gelen de var, baştan aşağı marka giyinen de. ** Kimse bana “Neden başörtülüsün?” diye sormuyor. „Türk müsün?“ diye soran da yok. Ramazan’da susuz kalacağımı bilen antrenör „Çok sağlıksız yaptığın“ demiyor „Olsun, Ramazan’dan sonra devam edersin“ diyor. Ramazan sonrası „Nasıl hissediyorsun 1 ay oruç tuttuktan sonra?“ diye merak ediyor. Kimse aksanlı Almanca konuşan kadınlara “Mülteci misin?” diye sormuyor. Bazen dakikalarca Ukraynaca konuşuyor bir grup kadın. Farsça konuşuyor bazı kadınlar. Kafa sallayan da yok, parmak sallayan da. ** Bazı insanlar sınırları koruyor. Bazıları ise hemen muhabbete giriyor. Sporla başlıyor muhabbetler. Sonra iş hayatı, çoluk çocuk, ev işleriyle devam ediyor. Bazen ağır gelen annelik görevlerimden bahsediyorum. “Seni çok iyi anlıyorum” diyor karşımdaki anne. O da kendinden bahsediyor. Bazen kızını bırakacak yeri olmadığından yanında getiriyor. “Ben de torunuma bakıyorum. Beş dakika oturamıyorum yerime” diyor bir anneanne. “Biz de çocuk büyüttük, siz 2 çocuğa bakamıyorsunuz” demiyor hiç kimse. ** 50 yaş üstü kadınların muhabbetlerini dinliyorum. Bir kadınla karşılaşıyoruz arada. 58 yaşında. Müthiş pozitif enerji dağıtıyor etrafına. Anaokulunda çalışıyormuş son 5 senedir. Hiç komplekse kapılmadan “Ev hanımıydım ben. Önce çocuklarımı büyüttüm, sonra anneme baktım” diyor. Muhabbet çocukla devam ediyor. “Çok şükür 30 yaşındaki oğlumu evlendirdim geçen sene. İnşallah (Arapça söylüyor bunu) geri gelmez“ diyor. “Aaa bu bizim oğlunu evlendiren Ayşe Teyze değil mi diyorum” içimden. ** Crtsi sabah 10’da beni salondan çıkarken gören bir kadın „Ne güzel erkenden gelmişsin” diyor. “Kalktığımız gibi gelmezsem gelemiyorum ev işlerinden” dediğimde “Ev işleri bekleyebilir” diyor. Aaa aynı annem gibi konuştu diyorum. “Babaları yapar” dediğimde “Daha da iyisi! Bizim zamanımızda biz yaptıramadık!” diyor. Aaa şimdi de kayınvalidem gibi konuştu diyorum. ** 70 yaş üstü zengin kadınların muhabbetlerini de keyifle dinliyorum. Teyze yanındaki kadına anlatıyor: Geçen gün denedim Tesla’yı. Beğenmedim, almadım. Belki de ben kullanmayı beceremedim. ** Bir kadın duruyor yanımda. Ayaküstü muhabbet ederken kendinden bahsediyor: “Ben Makedonya’da Hukuk okudum. 11 sene Bakanlıkta çalıştım.” “Şimdi ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bir Huzur Evi’nin mutfağında çalışıyorum. Almanya’ya geldiğimden beri bedensel işler yapıyorum” diyor. “Bu konuyu muhakkak uzun uzun konuşmalıyız” deyip numaramı veriyorum. ** Spor salonundaki dayanışmayı izliyorum bazen. Kimsenin cesaret edemediği bir şey denemek istiyor bir kadın. “Galiba yapamayacağım” dediği yerde diğer kadınlar onu desteklemeye başlıyor sözleriyle. Tezahürat edenler oluyor. Kadın başardığında alkış kopuyor salonda. Wow! Kadını nasıl da kendine inandırdılar diyorum! ** Bir sene önce yeniden başladığım Fitness’e son üç aydır hergün gidiyorum. Kas geliştirmek, kilo vermek, forma girmek için gitmiyorum. Hiyerarşiden uzak kalmak istediğim için gidiyorum. Çevremdeki insanların mesleklerini, mal varlıklarını, pozisyonlarını duymadan ilişki kurmak istediğim için gidiyorum. Gülümseyen insan görmek istediğim için gidiyorum. Bir de herkes gibi stres atmak, zihnen rahatlamak, zinde kalmak için. Ve her gittiğimde, kendimi oraya ait hissediyorum. (Fitness deyince aklınıza o koca koca salonlar gelmesin. Küçücük bir salonda, en fazla 15 kişinin bir çemberde (Zirkeltraining), 5 kişinin aletlerde (Ausdauertraining) spor yapabildiği bir ortam)
Meryem’in tenis oynayamayan annesi
Meryem’in tenis oynayamayan annesi Dün oğlumu tenis oynarken izledim. Yanımda duran kızım da oynamak isteyince “Ben de oynamak istiyorum ama bak oynayamıyorum” dedim. “Neden oynamıyorsun?” dedi. Nerden başlasamki anlatmaya. Çıkışta antrenör kızla konuştuk. “Başörtülü olduğum için senelerdir tenis oynayamayacağıma inandım. Minik etek giymek zorunda mıyım?” deyince “Tabiki hayır” dedi. Konuşmaya şahit olan oğlum eve dönerken “Anne sen niye benim yaşımda tenise başlamamıştın?” diye sordu. Nerden başlasamki anlatmaya.. Bu sabah patenlere bindik, çıktık yola. 4 yaşındaki kızımın elinden tutuyordum. O sırada arabasıyla yoldan geçen 80 küsür yaşındaki komşum durdu: “Sen düşme ki çocuk da düşmesin” dedi. “Çocuk düşmezse ben de düşmem” dedim. Kızım “Neden öyle dedi?” dedi. Nerden başlamasamki anlatmaya.. Evin yakınlarındaki Skater Park’a ulaştığımızda diğer komşumu gördüm. O da çocuklarıyla gelmiş. 40 küsür yaşlarında. “Cesaretin var mı burdan kaymaya?” dedi. “Pek yok. Ama belki denersem aşarım korkumu”, dedim. “Benim de yok. Ben de hiç denemedim”, dedi. Konu patenlerden açılınca sporla devam etti. Kendisi Handball ile büyümüş. Şimdi de çocuklara antrenörlük yapıyormuş. “Biz maalesef sporla büyümedik” deyince “Ama baban güreşçi değil miydi?” dedi. Nerden başlasamki anlatmaya… Önce o başladı anlatmaya. Çocukluğunu, kendi çocuklarını anlattı biraz. Sonra antrenörlüğünü. Handball’a Türk, Arap kültürlerinden pek ilgi yokmuş. Neden Türk ailelerin Handball’a ilgisi olmadığını sordu. “Ben kendim Handball oynayabildim mi ki çocuğumu oynatayım?’ demek istesem de “Bu ilgisizliğin arkasında farklı farklı nedenler var. Ben mesela en son okuldayken Handball oynadım. Örtündükten sonra kulüblerde spor yapma imkanım olmadı” dedim. Sonra o dönemin şartlarını konuştuk. Engellenen kızları. Bazı ailelerde engel anne babaydı. Anne baba özgür bıraksa, mahalle engelliyordu. Bazı başörtülü kızları ise öğretmenleri, spor kulüpleri engelliyordu. Basketbol kulübü başörtülü kızları maçlara çıkartmıyordu. Maça çıkartmayacağı kızları çalıştırmak istemiyordu. Okullarda bikini giyinmeyen kız çocukları yüzme derslerine katılamıyordu. Havuzlar zaten haşemaya izin vermiyordu. Bisiklet sürmek, paten kaymak Türk kültüründe ayıplanıyordu. Başörtümüzü çıkartsaydık kökten çözer miydik bu sorunu? Evet! Anında! Ama çıkartmadık. Mücadele ettik! Spordan uzak yetişmiş anneler de olsak, Tenis kulübüne “Mini etek giymek zorunda mıyım?” diyecek kadar açıksözlü, Yüzme havuzunda haşemadan rahatsız olduğu için şikayetçi olan ninelere “Benden rahatsız oluyorsanız ben bu hafta hergün 14-16 arası burdayım. Haberiniz olsun” diyecek kadar cesur, Çocuklarını antrenmanlara yetiştirecek, saatlerce maçlarını izleyecek kadar spor sevdalısı, Attığı her golde bağıracak kadar eğlenceli, “Acaba ben de bir gün topu atarken potada sallanabilir miyim?” diyecek kadar hedefe odaklı, Pozitif ruhlu, sportif ruhlara sahip kadınlar olduk. Birçoğumuzun kendi tercihi değildi spordan uzak kalmak. Zamanla şartlar değişti. Başörtüsü artık spor yapmaya engel değil. Babalar (istisnalar hariç) çocuklarının spor yapmasına engel değil. Eşler (istisnalar hariç) eşlerinin spor yapmasına engel değil. Mahalle hala engel de olsa, mahalleyi değiştirmek eskisi kadar zor değil. Yapılabilecek tek birşey var. Kabuğu kırmak! Kolay olmuyor o kabuğu kırmak. Bazen insan kendini ikna edemiyor. Bazen ikna ettiği yerde çevresi tekrar eski alışkanlıklarına dönmesi için ikna ediyor. Motivasyon kaynaklarına ihtiyacımız olabilir. Bir kaç motivasyon kaynağım var. Biri Stadtradeln. Diğerilerinden bir başka yazıda bahsederim. Stadtradeln’i duymuşsunuzdur. Bizim anaokulundan katılan 19 kişiden biriyim. Hedefim birinci olmak değil, motivasyonumu daim kılmak. Zaten birinci olmam mümkün değil. 20 gün oldu başlayalı. Birinci sırada yer alan kişi 465 km yol yapmış bile. İkinci kişi 268 km, üçüncü kişi 250 km. Sizin spor hayatınız, alışkanlıklarınız ne durumda? Düzenli ise, nasıl düzene soktunuz? Düzenli değil ise, hangi engellere takılıyorsunuz?
Özlemini çektiğim buluşma
Göçmen kökenli aileler neden yardım etmiyor?
Göçmen kökenli aileler neden yardım etmiyor? İki arkadaşla buluştuk. Farklı gün ve saatlerde. İkisi de anaokullarında Aile Birliği Başkanı. Biri göçmen kökenli, diğeri değil. Farklı eyaletlerde yaşıyorlar. İkisinden de aynı cümleyi duydum. Şöyle dediler: “Göçmen kökenli aileler anaokullarında yok sanki.” Göçmen kökenli Aile Birliği Başkanı anlatıyor: “Toplantı yapıyoruz. İçlerinde tek göçmen kökenli olan benim. Görev paylaşımı yapıyoruz, yardım eden de, Waffel yapan da Alman aileler. Diğer aileler ortada yok” Diğer arkadaş ise şöyle diyor: “Anaokulunda ailelerin büyük bir kısmı göçmen kökenli ama Aile Birliğinde herkes Alman. Bazı mektupları farklı dillere tercüme etmek istiyoruz. Almanca bilen göçmen kökenli ailelerden bile yardım alamıyoruz.” Problem senelerdir aynı. Enteresan olan, anaokullarında Almanca bilen ailelerin artmasıyla birlikte bu sorunun çözülememiş olması. Demek ki sorun senelerdir anlatıldığı gibi “dil engeli” değil. Gerçekten engel dil olsaydı, bizim annelerimiz de takılmış olması gerekmiyor muydu bu engele? Annem bizim anaokulunda düzenlenen bütün aktivitelere, satışlara katılır, standda durur, anaokulunun bağlı olduğu kilisedeki programlara bile katılırdı. Giyim tarzı (pardesü ve başörtüsü) bile engel olmamış sosyal ilişkilerine. Seneler sonra anaokulları öğretmenleriyle markette bile karşılaşsa muhabbet etmeye çalışırdı. Senelerce bize anaokulunda yapılan faaliyetleri ve bize karşı olan ilgilerini anlattı. Öğretmenlerin isimlerini unutmadı. Vefat edenlerden de haberdar oldu. Hala hayırla yad eder anaokulumuzu. Arkadaş “Göçmen kökenli aileler sence neden yardım etmiyor?” dedi. Gözlemlediğim göçmen kökenli ailelerden bahsettim biraz arkadaşa. Öncelikle Aile Birliği Başkanı olan göçmen kökenli arkadaşımdan, onun gibi anaokullarına büyük katkısı olan arkadaşlarımdan bahsettim. “Ama” dedim. “Bazı aileler için önemli olan anaokullarındaki faaliyetler değil, çocuklarının 8-16 arası evde olmaması. Bu aileleri unut.” “Bazı aileler o kadar yoğun ki (!) asla anaokullarındaki etkinliklere vakitleri yok. Bu aileleri de unut.” “Bazı aileler sadece şikayet edilecek bir konu olduğunda çıkar ortaya. Onları da unut.” Sonra ulaşabilecekleri ailelerden bahsettim. Belki de problem ailelerin yardım etmiyor olması değil, onlara bu imkanın tanınmıyor olmasıydı. Anaokullarındaki gruplaşmalardı belki de engel olan. Grupların yeni insanlara kapılarını açmıyor olmasıydı. Kimseyi tanımayan annelerin birbirini senelerdir tanıyan ailelerin arasına giremiyor olmasıydı. Farklılıklara olan itici muamelelerdi belki de. Belki de başörtülü bir anne yardım etmek istemediği için değil, gördüğü itici muameleyi ikinci kez görmek istemediği için gelmiyordu. “Bazen insanların bakışları yetiyor kendini kötü hissetmek için” dedim. Belki de var olamıyordu o anne o ortamda. Belki de görmüyorlardı. “Aile Birliğinde olduğu halde selam vermeyen, silik davranan anneler var anaokullarında” dedim. Anlattım da anlattım şahit olduğum olayları. Büyük bir ilgiyle dinledi. Yine de merak ediyorum. Sizce neden yardım etmiyor göçmen kökenli aileler anaokullarında?
İdeallerimizi mi değiştirsek?
Bir kadın yöneticinin hayatıma kattıkları..
Bir kadın yöneticinin hayatıma kattıkları.. İsmi Katja. Benim eski patronum. Yakın zamanda emekli oldu. Kadın yöneticilerin hayatımı ciddi manada yıprattığı bir dönemde girdi hayatıma. Yüzü gülen bir yöneticiydi. İşine geldiğinde gülümsemiyordu. Sürekli gülümsüyordu. İnsanları gülümseyerek karşılıyordu. Sabahları koridorda karşılaştığı herkese “Nasılsın?” derdi. Bazen ayak üstü muhabbetler kahkahalarla biterdi sabahın 8’inde. Bazen bizden sonra gelirdi. Kahkahalarını duyar, “Katja gelmiş” derdik. “Nasılsın?” dediği kişilerden biri de bendim. 5 aylık hamileydim onun yanında işe başladığımda. Sıkıntılarımı bilirdi. Hemen hemen hergün başım ağrırdı. Çok güçsüz ve yorgun hissederdim kendimi. Beni ilk lavaboda gördüğünde “Odamda koltuk var, kendini iyi hissetmediğinde gel uzan” dedi. Sonraki günlerde tekrarladı teklifini “Odama gel kendini kötü hissettiğinde” İşyerimi çok seviyordum. Bedensel kendimi kötü hissetsem de ekibin ruhu, işyerindeki atmosfer bana güç veriyordu. Yüzü gülmeyen, espri yapmayan insan yoktu. ‘Çay veren adam hiç kötü olur mu?’ diyor ya İsmail Abi Çay içiyordu bizim işyeri. İçlerinden biri siyah çayı çok sevdiğinden semaver almış işyerine. Çay bardaklarını dizmiş çayın yanına. Giden gelen içiyor. İşyerinden enerji alıp gidiyordum eve. Katja gönüllü işler yaptığımı biliyordu. Beni çevresinden bir kızla tanıştırmak istedi. 19 yaşındaymış. Abisi okumasına izin vermiyormuş. “Bu kızın geleceği sözkonusu. Bir diploması olmazsa ömrü boyunca sıkıntı yaşar” dedi. Abisini ikna etmenin yolunu da biliyordu. Kızı benimle tanıştıracak, Abisi bana güvenecekti. O kafa yapısındaki erkeklerin Müslüman olmayan kadınlara güvenmediklerini biliyordu. Birlikte bir Cafe’ye gittik. Düşünebiliyor musunuz? Koca koca işlerle meşgul olan bir kadın öğle paydosunu 19 yaşındaki bir kızın geleceğine ayırmıştı. Daha sonra öğrendimki sık sık evlerine gider, abisini ikna etmeye çalışırmış. Doğuma altı hafta kala ayrıldım işyerinden. Katjayla görüşmeye devam ettik. Bana yakın bir yerde oturuyordu. Doğum yaklaştıkça sıkıntılarım artıyordu. Bir yardımcı buldu bana kendi çevresinden. Önce birlikte evi temizliyor, ardından kahve içip, muhabbet ediyorduk. Kadın meğer Suriye’de öğretmenmiş. Burda geçici bir süre evlere temizliğe gidiyormuş. Sadece 3 ay yardıma gelse de sonrasında irtibatımız kopmadı. Almanca kursu bitti. Kadınlara özel bir eğitime katıldı. Şimdi iş hayatına hazırlanıyor. Katja sayesinde birbirimizi tanımıştık. Doğumdan sonra yeniden yazıştık Katjayla. Bahçesinde Yaz şenliği varmış. Bir aylık kızımla gittik oraya. Bahçe tıklım tıklım. Bir masaya toplanan ailelerle tanıştırdı beni. Hepsi Suriye’den geldikten sonra tanışmış Katja’yla Çok iyiliğini görmüşler. Birisi “Katja bizim herşeyimiz” dedi. Bir diğeri “Katja benim kalbim” dedi. “Ah benim de” dedim. Nasıl da sevdirmişti kendini. Suriye göçünün üzerinden üç sene geçmiş olmasına rağmen ailelerle irtibatını kesmemişti. İstese bir süre yardım eder, sonra irtibatını kesebilirdi. O onları özel hayatına almış, arkadaşlarıyla tanıştırmıştı. Hedefi buydu belki de. Yaşadığı yerde yerlilerle yeni gelenleri kendi bahçesinde düzenlediği bir şenlikle tanıştırıyordu belki de. Yönetici kadındı. Plan, proje kadınıydı. Tek başına planlıyordu pek çok işi. Tek başına kalkabiliyordu pek çok problemin altından. Ama gerginliğini bize yansıtmıyordu. Yüzü asılmıyordu bize karşı. Sahneye çıkıyordu konuşma yapmaya. Şirket yöneticilerinin, politikacıların akademisyenlerin olduğu programlarda mikrofona geldiğinde önce içten gülümsüyordu herkese. Kalbiyle konuşuyordu sanki. Katja benim idolüm. Güleryüzü, İnsana verdiği değer, Kalbindeki merhamet duygusu, Yardımsever yönü, Kimseyi aşağılamadan, korkutmadan, yıldırmadan yaptığı yöneticilik, Organizatör ruhu, Hedefleri, planları, projeleri, Problem çözme yeteneği hayatımın her an her yerinde. Dün bir kez daha çıktı Katja karşıma. Çocuk kitabımı Google’a yazıp bugüne kadar yapılan paylaşımları topladım blog için. Bir baktım Katja. Kitabım çıktığı gibi kendi hesabından paylaşıp tanıtmış, ben ise unutmuşum o anı. Katja sadece başarılı bir iş kadını değil. Arkasından gelen genç kadınları yetiştiren bir rehber adeta.
Sen oynamasını bilmiyorsun ki!
Anaokullarında Ramazan Postası
Anaokullarında Ramazan Postası Anaokulları için hazırladığım Ramazan çalışması geçtiğimiz hafta Klett Kita Yayınevi tarafından yayınlandı. Çalışma “Rundum stark in allen Bildungsbereichen” adlı kitapçığın içinde yer alıyor. Çalışmanın adı: Wir haben Ramadanpost! (Ramazan postamız var) Neler var içinde? İki çocuklu, bir kedicikli Ramazan hikayesi Hikayeye uygun fotoğraflar Konuya uygun bir aktivite Ramazan’a dair önemli bilgiler Anaokulu öğretmenlerinin kullanabileceği metodlar Çalışma 10 sayfa. Çalışmanın kapağını bu postun altında yayınladım. Çocuklarınızın anaokulu öğretmenlerine tavsiye edebilirsiniz. Kitapçığa ulaşmanın tek yolu senelik abone olmak veya 15 Euro’ya denemelik abone olup 14 gün içerisinde aboneliği iptal etmek. Kitapçığın sipariş numarası: 866270 UPDATE! 20.09.2023 Çalışma Klett Kita Verlag’ın kendi sitesinde yayınlandı. Siteye gitmek için tıkla: Wir haben Ramadanpost!
Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?
Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi? Depremin üzerinden 18 gün geçti. Oğlum hala derste bu konuyu konuşmadıklarını söylüyor. Okulundan da herhangi bir mail gelmedi. Oysa Türkiye’den çok fazla göç almış küçük bir şehirde yaşıyoruz. Zamanında Türkçe sınıflar bile varmış Türkiye’den gelen ailelerin çocukları için. Bu kadar ilgisiz kalınması, depreme şahit olmuş yüzlerce çocukla bu konuların konuşulmaması şaşırttı beni. Umarım diğer sınıflarda konuşulmuştur ve benim haberim yoktur. Öğrencilerden biri oğluma “Türkiye’de savaş var” deyince oğlum şaşırmış. “Anne çocuk savaş var sanıyor” dedi bana. Okul konu etmese de oğlumun gündeminden düşmüyor deprem. Yarın 8 yaşına girecek. Anlayamadığı konuları tekrar tekrar soruyor. Belki de korkuyor. Bu sabah aramızda geçen konuşma: “Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?” Yıkılmaz inşallah. Almanya’da binalar depreme dayanıklı yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Yapılıyor. Ama yapmayanlar da var. O yüzden yıkıldı binalar. “Ya bizimki de sağlam değilse? “ Sağlamdır inşallah. Almanya’da binalar sağlam yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Orda da yapılıyor. Ama bazı kişiler sağlam yapmıyor. Aslında kurallara uymuyorlar. “Polis yok mu Türkiye’de?” Var. “Bu binaları yapanlar tutuklanacak değil mi? Onlar yüzünden insanlar öldü. Annesi babası ölen çocuklar ne yapacak şimdi?”
Sebepler dairesinde dolaşırken..
Sebepler dairesinde dolaşırken.. “De ki Allah bana yeter.” İki gün önce eve dönerken balkondaki komşum Frau W. ile karşılaştım. Konuşmaya başladığımda sesimin kısıldığını farketti. “Test yaptırdım. Galiba Corona oldum” dedim. Bir süre sonra Frau W. mesaj gönderdi. Eşinin geçirdiği Corona’dan yola çıkarak neler yapabileceğimi yazmış. Birkaç saatte bir mesaj yazıyor, durumumu soruyor, dışardaki işlerimle ilgilenmeyi teklif ediyordu 65 yaşındaki kadın. Ara ara önerilerini yazıyordu: Doktorunu ara rapor iste. İlaç da yazmasını söyle. Ben gider alırım. Akşam evde Corona testi kalmadığını farkettim. Haber verdim. Acil olmadığını söylesem de ertesi sabah 7 de 70 yaşındaki eşi Herr W. bize test almak için markete gitmiş. Gezmeye çıktıklarında testleri kapımızın önüne bıraktılar. “Birşeye ihtiyacın olduğunda beni ara!” deyip gitti Frau W. Doktor raporumun alınması gerekiyordu. O an yolda olan Frau W.yi aradım. Doktorun öğle paydosuna girmesine 1 saat vardı. Ya hemen alacaklardı ya da öğleden sonra. Hemen gidip almışlar. Dönüşte raporu ve ilacı kapımın önüne bıraktılar. Frau W. gün içerisinde mesajlar göndermeye devam etti. Raporumu hatırlatmıştı. Hem benim hem de eşimin sağlık durumunu soruyordu. Aylardır böbrek taşı ağrısı çeken eşim hastanedeydi. Ben de çocuklarla karantinaya girmiştim. Dün kapıda bir paket daha bekliyordu beni. Önce anlayamadım. Bahçemizde çalışan abiye sordum: “Abi siz mi koydunuz bu ekmeği?” “Evet” Yine anlayamadım. Acaba onlara yemek hazırlamam için miydi? Tekrar sordum. “Bize mi?” “Evet” dedi ve gitti. Hal diliyle cevap vermişti. Ne kadar düşünceliydi. İki haftadır bahçede çalışmaya ara veren abi, tam da eşimin hastaneye yattığı, benim karantinaya girdiğim hafta çalışmaya başlamış, durumumuzdan haberdar olmuş ve bize ekmek getirmişti. Hepimizin çaresizliğini iliklerine kadar hissettiği anları var. Allah biliyor o anlarımızı. Duyuyor dualarımızı. Gönderiyor yardımını. *** Gönderdiğiniz mesajlar için teşekkür ederim..
Bize Meryemini anlat..
Bize Meryemini anlat.. Meryem & Maria’nın online buluşmaları sona erdi. Bu da programın değerlendirmesi. Dokuz hafta boyunca Almanya’nın dört bir yanından 20 hanımla online buluştuk. ‘Bize Meryemini anlat’ diyerek başladık programa. Yayına katılan kadınlar özelliklerini anlattı. Sonra ihtiyaçlarını. Herkes kendine bir ihtiyaç kavanozu hazırladı. Günlerini, haftalarını planladı. Kendine hedefler koydu. Sonra gruplara ayrıldık: 5 yaşındaki Meryem 15 yaşındaki Meryem 25 yaşındaki Meryem 40 yaşındaki Meryem 65 yaş ve üstü Meryem Her grup bir yaş grubu üzerine çalıştı. Anaokuluna giden Meryem’in hassasiyetleri, ailelerin beklentileri, ciddiye alınan ve alınmayan talepler sıralandı. Meryemler okullarda neler yaşıyor? Neler hissediyor? Nasıl mücadele ediyor? Diğer grup iş hayatına hazırlanan Meryemleri bekleyen imkanları ve engelleri tesbit etti. Göçmen kökenin, dış görünümün, çokdilliliğin getirdiği pozitif ve negatif ayrımcılıkları konuştuk. Yaşlanan Meryemlerin hayatını, sosyal hayatlarını, huzur evlerini, bakım servislerini, onlara sunulan ve sunulmayan imkanları konuştuk. Gözlemlerimizi paylaştıktan sonra Brainstorming yaptık. İş hayatımızda ve gönüllü projelerde ne gibi yeniliklerle değişiklikler yapabiliriz? Meryemler hangi projeleri göçmen kökenleriyle zenginleştirebilir? Yaşadıkları şehirlerde diğer kadınlarla bir araya gelerek topluma nasıl katkılar sağlayabilir? Son konumuz sosyal medyaydı. Meryemler sosyal medyayı nasıl kullanıyor? Sosyal medya Meryemlere ne gibi imkanlar sağlıyor? Dolu dolu geçti dokuz hafta. Herkes katkı sağladı programa. Yirmi kadın hem yayında, hem de grupta her daim söz hakkına sahip oldu. Birbirlerini dinlediler, desteklediler. İhtiyaçlarını, eksiklerini hiç çekinmeden dile getirdiler. Canlı yayınlar bittikten sonra bir sonraki yayına kadar hergün Telegram’dan yazıştık, linkler paylaştık. Salı Günü (29.03.2022) vedalaştık. Grup dağılsa da, herkes olduğu yerde birşeyler yapmaya, toplumda var olmaya ve topluma katkı sağlamaya devam edecek. Bir kez daha programa katılan, yayınlara katılabilmek için emek veren (özellikle küçük çocuklu anneler), fikirlerini paylaşan, diğerlerini dinleyen, grubu motive eden ve veda günü süpriziyle beni mutlu eden herkese teşekkür ediyorum. Hepinizi çok sevdim. Ayrılsak da beraberiz 🙂 Çalışmalarınızı benimle de paylaşın lütfen. Feedbackler:
Meryem & Maria – Online Buluşma (2)
Meryem & Maria – Online Buluşma (2) İkinci yayın bu akşam sona erdi. Bugünkü konumuz 40 yaşındaki Meryemdi.. Meryem toplumda kendini nasıl ifade ediyor? Kendi iç dünyasında neler oluyor? İhtiyaçları neler? Ne kadar memnun kendinden? Ne kadar cesur? Ne kadar özgür? Meryem’in hayatı ne durumda? Sağlığı ne durumda? Aile, akraba, arkadaş ilişkileri ne durumda? İbadetleri ne durumda? İki çalışma yapacak Meryemler bu hafta. Kendileriyle buluşacaklar. Boşalan depolarını tekrar dolduracaklar. O sırada Telegram’dan görüşmeye devam edeceğiz. Herkes yaptığı paylaşımlarla birbirini motive edecek. Dinamik ve enerjidolu haftalar bizi bekliyor..
Meryem & Maria- Online Buluşma (1)
Meryem & Maria- Online Buluşma (1) Coaching hesabım Instagram’da hanımlar tarafından büyük ilgi görmüştü. Unutamadığım mesajlardan biri şuydu “Başörtülü bir kadının bu kadar çok alanda bilgi sahibi olması beni çok şaşırttı.” Job Center, Finanzamt (Vergi Dairesi) ve iş imkanları hakkında ne biliyorsam paylaşıyordum. Zamanla hesap büyüdü. 2000’e yakın insan takip etmeye başladı. Başta çok samimi bir ortam varken zamanla enteresan mesajlar gelmeye başladı. Hesap samimiyetini kaybetti. Bir gün kapattım hesabı. Aylarca düşündüm. Ne yapsak da tekrar buluşsak? Meryemleri buluşturmalıydım. Henüz tarihini düşünmemiştim. Bir gün şu mesaj gelince hiç düşünmeden buluşmayı Twitter, Telegram ve Instagram’dan duyurdum. 25 kişi hemen kaydoldu. Geçtiğimiz Salı Günü saat 20’de ilk buluşma gerçekleşti. Az çok hayatımı Instagram’dan görmüş, kendi hayat tarzına yakın bulmuş, omuz omuza mücadele etmek isteyen, sadece kendi için değil, toplumdaki diğer insanlar için de birşeyler yapmak isteyen hanımlar gelmişti. Ben grubun enerjisine, nezaketine, konuşurken birbirine gösterdiği saygıya bayıldım. Sözü uzatmayıp diğer hanımların da konuşmasına fırsat verdiler. Clubhouse kullananlar bilir bu davranışın ne kadar değerli olduğunu. Kendi adıma çok verimli bir buluşma oldu. Hanımları yayına davet ederken bir kağıda kendi Meryemlerini çizerek ve özelliklerini yazarak gelmelerini istemiştim. Hazırlıklı gelmişler. Herkes kendi Meryemini anlattı. Bu kez ben paylaşmadım, onlar paylaştı. Bu kez ben konuşmadım, onlar konuştu. Meryemlerin edindikleri tecrübeler farklı da olsa, mücadeleleri aynı. Hepsi yaşadığı toplumda dikkate alınan bir kadın olmak için mücadele veriyor. Meryem Almanya’da neler yaşıyor? Neler hissediyor? Kendini nasıl ifade ediyor? 5 yaşındaki Meryem noel döneminde ne bekliyor? 15 yaşındaki Meryem arkadaşlık ilişkilerinde ne gibi farklılıklarla karşılaşıyor? 25 yaşındaki Meryem iş hayatında ne kadar cesur? 40 yaşındaki Meryem toplum içinde kendini nasıl ifade ediyor? 60 yaşındaki Meryem’in dini hassasiyetleri bakım servisi tarafından anlaşılıyor mu? Ölüm döşeğindeki Meryem’in hastanede bir manevi rehberi var mı? Bu sorulara yanıt aramak için toplandık hanımlarla. İki ay sürecek olan programın kayıtları sona erdi. İlgi olursa Ramazan’dan sonra yeni bir grupla devam ederiz. Talep olursa ailelere yönelik programlar da yaparız.
Terör örgütünden kaçan Somalili anne
Terör örgütünden kaçan Somalili anne 08.06.2021 tarihinde Instagram’da paylaştığım yazı: Bugün Story’de bahsettiğim arkadaşım evlendiğinde 13 yaşındaymış. Kendisi Somali’de hemşire, eşi ise öğretmenmiş. On sene evli kalabilmiş, sadece yedi senesini birlikte geçirebilmişler. Somali’nin en büyük terör örgütü musallat olmuş başlarına. “İnsanları Hristiyanlaştırıyorlar, biz Müslümanız.Müslümanlar için çalışacaksın” diyerek hastaneye gelen bazı isimleri şırıngayla öldürmesini istemişler. Kabul etmeyince ölümle tehdit etmişler. Kaçmaktan başka çare kalmamış. Onu bulamayınca örgüt eşini öldürmüş Kızları anneannelerine kalmış. Tam bir sene sürmüş Almanya’ya gelmesi. Gittiği her ülkede 1-2 ay evlerde temizlik yapmak zorunda kalmış. Yürüye yürüye geçmişler bütün ülkeleri. Bir ay boyunca çölde yürümüşler. Çok korkunç sahnelere şahit olmuş. Susuzluktan idrarını da içen varmış, bıçakla kestiği yerden akan kanını da. Geçtikleri ülkelerde bazı erkekler kadınlara tecavüz ediyormuş. “Beni grubumdaki erkekler korudu”dedi. O da çocukken sünnet edilen kadınlardan. 5 yaşındaymış bu acıyı yaşadığında Hala çekiyormuş acısını. Evlatlarına yapılmasına karşı çıkmış. Varlıklarından haberdar olmasınlar diye anneanneleri okula göndermemiş. İki sene önce dayılarıyla önce Türkiye’ye, ordan Yunanistan’a geçmiş, sonra da okula başlamışlar. Zor şartlarda yaşayan çocuklar bir kışı kalorifersiz buz gibi bir evde geçirmişler. Bir kızının kafatasında bir hastalık var.Corona’dan ötürü uzayan aile birleşimini her konuştuğumuzda “Benim çocuklarıma kavuşmam gerekiyor. Kızımın acilen tedaviye ihtiyacı var” diyordu. 4 senedir tanışıyoruz kendisiyle. Somalili bir öğrencimi bizim eve iftara davet ettiğimde kızkardeşim de onu tercüman olarak davet etmişti. O gün bugündür görüşüyoruz. Birlikte alışverişe gidiyor, bazen çay kahve içiyoruz. Burda anlatamayacağım kadar olay anlattı. Burda anlatamayacağım kadar acı yaşadı. Bütün acısını kalbine gömdü. Bugün onları havaalanından aldıktan sonra tekrar anlattı bazı olayları arabada. Şöyle dedi sonunda: “Allah büyük. İnşallah daha güzel olacak herşey. Bugün benim için yeni bir hayat başlıyor.” *** Seneler sonra kızlarına kavuştu bugün. Aile birleşimiyle Yunanistan’a gidip kızlarını aldı. Havaalanına doğru yola çıktım. Yola çıkmadan benzinciye uğramıştım. Boş ellerle karşılamak istemedim onları. Bir buket çiçekle çocuklara ‘Welcome to Germany’ dedim. Aslında çiçek annelerineydi. “Elhamdülillah” dedim çiçekleri verirken. Gözleri doldu. “Elhamdülillah” dedi. Kızlar koşarak geldiler yanıma. Sanki senelerdir tanışıyoruz. İsmimi bile biliyorlardı. Sarıldılar bana. Biri İngilizce “Annem ve erkek kardeşime yardım ettiğin için çok teşekkür ederiz” dedi. Küçücük kalbiyle annesinin yaşadığı sıkıntıların farkındaydı. Bugün onlar için yeni bir hayat başlıyor! Allah büyük! İnşallah daha güzel olacak herşey.