Lütfen devam edin.. Çocukların geleceği için..

Dün bir öğretmenle tanıştık. Konu göçmen kökenli ailelere gelince, bloguma da geldi.

Şöyle bir konuşma geçti aramızda:

Ne yapıyorsun blogda?

Müslüman bir ailenin hayatını internete taşıyorum.

Çok okuyan var mı? Bloglar eskisi gibi okunmuyor.

Çok okuyan yok ama zaten büyük bir kitleye ulaşsın diye yazmıyorum. Merak edenler Google’e yazdığında belki blogumla karşılaşır. İlgilerini çekerse tekrar gelirler. Instagramdayken öğretmenler, eğitmenler, okul müdürleri vardı listede.

Nerden anlıyordun?

Özelden mesaj gönderiyorlardı. Ama bence okullar hala Müslüman aileleri dikkate almıyor. Müslüman aileler deyince hemen problemler geliyor akla.

Öyle ama.. Birçok çocuk Almanca bilmiyor ilkokulda.

Ama dil sorunu olmayan Müslüman çocuklar da hayli fazla. Hep veli toplantılarına katılmayan göçmen kökenli aileler konuşuluyor.

Gerçekten gelmiyorlar.

Ama gelen de çok! Okulu ve öğretmenleri destekleyen çok sayıda göçmen kökenli aile var artık.

Doğru! Genellememek gerekiyor.

Gruplaştırmamak da. Benim yaşam tarzımla bir başka başörtülü annenin yaşam tarzı farklı.

***

Oğlumun öğretmeniyle de bir sene boyunca bu konuları konuştuk gezilerde.

Önceki sınıfında bütün öğrenciler Müslümanmış. Aileler noelde figür kesmelerine bile izin vermiyormuş. ‘Yasaklayıcı bakış açısını doğru bulmuyorum. Siz orda istediğiniz figürü koyabilmelisiniz. Kardan adam da koyarsınız. Çocuk istediğini seçer. Figür kesmekle Hristiyan olmuyor çocuklar’ deyince ‘Benim hiç bu kadar açık düşünen bir velim (Müslüman bir velim demek istedi) olmadı’ dedi.

Sonra bizim sınıfa noel geldi. Kutlama yapıldı. Öğretmen çeşit çeşit figür koydu sınıfa. Kardan adam da vardı. Çocuklar istediklerini aldılar.  

Sonra Ramazan geldi. Hiçbir şey yapılmadı. Benim birlikte yaşama anlayışıma göre öğretmen aynı noelde yaptığı gibi bir etkinlik yapıp ortaya üç seçenek koyabilirdi: Ostern(Paskalya), Ramadan, Pessach.

Kim hangisini istiyorsa onu seçebilirdi. Tabi öğretmen böyle bir aktivite de yapmak zorunda değildi ama yapabilirdi de. 

Kısa bir süre sonra çocuklar harıl harıl bize Ostergeschenk (Paskalya hediyesi) hazırlamaya başlayınca bu durum oğlumun dikkatini çekti:

Anne ben anlamıyorum. Günlerdir size hediye hazırlıyoruz. Ama biz Ostern kutlamıyoruz ki. Neden size bayram hediyesi hazırlamıyoruz?

‘Hadi gel biz sınıfa hazırlayalım’ dedikten sonra ortaya yumurta ve ay kurabiyeleri çıktı. Yanına da bir not bıraktım.

Fotoğrafların devamı burda.

Öğretmen fikre bayılmış. Ramazan’ı ailelerden tepki almaktan korktuğu için konu etmemiş. Bir önceki sınıfında ailelerin yaptığı baskının aynısı bu aslında. Çocukların hayatında bir başka dine, bir başka yaşam tarzına yer vermiyor aileler.

Yine bir geziye çıktık. Uzun uzun konuştuk bu konuyu.

“Aileler kendi korkularından dolayı herşeye tepki verirse çocuklar birlikte yaşamayı nasıl öğrenecek? Ya birbirlerini yakından tanıyacak, kabul edecek ya da aileleri gibi bir süre sonra yollarını ayıracak, kendi içlerinde gruplaşacaklar.” dedim.

“Bir de Ramazan’dan neden korkuyor ki aileler? Tanımadıkları için. Çünkü hala Ramazan deyince akıllara ‘susuzluk ve açlık’ geliyor. Oysa Ramazan insanların kendini sorguladığı, çevresini daha fazla dikkate aldığı, iyiliklerini arttırdığı bir dönem. Kime ne zararı olabilir ki?” dedim.

“Biliyor musunuz, biraz da kendime güvenmediğim için anlatmadım. Belki de doğru anlatamam” dedi.

“Ben size kaynak gönderirim” dedim ve o sene hazırladığım projeyi ve diğer kaynakları gönderdim. Projede Ramazan’da bir günü anlatan resimler ve bir hikaye var. Hikayede aile çocuklara Ramazan görevi veriyor. Çocuklar bütün gün kediyle ilgileniyor. Akşama birlikte iftar yapıp, iftar sonrası aile akşamında eğleniyorlar. Son sayfada ayın üzerinde yatan bir kedi var. Çocuklar onu boyayıp odalarına asabiliyor. (Bu proje Klett Kita Verlag’ın Kindergartenler için hazırladığı bir dergide yayınladı. Yayınevinden bu sene bir mail daha geldi. İçerik çok beğenilmiş. Burda yayınlandı.)

“Ama anlatmak zorunda değilsiniz. Bu sizin kararınız. Anlatırsanız öğrencileriniz de aileler de değer gördüklerini hissedecek.” dedim.

Bir süre sonra mailleştik öğretmenle.

Dediğini yapmış.

 

Konu konuyu açınca biraz sitem ettim: Biliyor musunuz bazen kendimi çok yorgun hissediyor, her girdiğim ortamda Müslümanların yaşam tarzına dikkat çekmek yerine geri çekilip Müslüman Community’nin içinde rahat rahat yaşamak istiyorum.

Şöyle cevap vermiş:

“Lütfen devam edin. Bakın bana farkındalık kazandırdı bakışaçınız.'”

Öğretmenin bana yazdığını ben de size yazıyorum.

Lütfen devam edin. Değişmesini istediğiniz ne varsa o yolda emek vermeye devam edin. Bakışaçınız farkındalık kazandıracak çevrenize.

Yorulduğunuzda geri çekilin, bir süre dinlenin ama pes etmeyin.

Bazı şeylerin değişmesi seneleri alacak olsa da,

Bazı şeyler değişmeyecek olsa da,

Dönüp arkanıza baktığınızda ‘en azından mücadele ettim’ diyeceksiniz.

Yaptıklarınız bilinmese de, görülmese de, hatırlanmasa da çocuklarınız unutmayacak verdiğiniz mücadeleyi. “Şuan bu durumda annem olsaydı ne yapardı? Babam olsa ne yapardı?” diye soracaklar kendilerine. Yaradana olan bağınız, kendinizle barışık haliniz, insan ve hayvan sevginiz, sokaktaki bitkiye tanıdığınız yaşam hakkı, farklı yaşam tarzlarına karşı gösterdiğiniz anlayış, önemsediğiniz bütün değerler her an eşlik edecek hayatlarına.

 

Facebook
Twitter
WhatsApp

Doğumgünü çocuğu Hussein

Hussein doğumgününü kutladı dün akşam. Her sene büyük bir kutlama yapıyormuş. Biz bu sene ilk kez katıldık.   Doğumgününü vesilesiyle senede bir gün bütün çevresiyle bir araya geliyor. İçten cümlelerle bir davetiye hazırlamış. Herkesi uyarmış davetiyesinde: “Lütfen hediye getirmeyin! Onun yerine Lübnandaki ihtiyaç sahipleri için ortaya birşeyler koyalım hep birlikte” Sordum eşine. 70 kişi gelmiş. Nasıl rengarenk bir ortam. Daha çok sarı bir ortam:) Davetliler arasında Alman-Türk, Alman-Arap, Alman-Rus da var. Herkes Almanca konuşuyor, herkes birbiriyle konuşuyor. Kendi içinde gruplaşan ve farklı bir dilde konuşan yok. Zaten çoğu birbirini tanıyor. Tanımayanlar ise ortak konularda konuşarak tanışıyor. Bizim masa kız tarafı 🙂 O yüzden damat Hussein’in çevresini tanımıyoruz.   Herkes Almanca konuşsa da farklı hissediyorum kendimi bu ortamda. Bir doğumgünü kutlamasındayız, Bierbank’da (bank) oturuyoruz, ama bira kokusu yok. Sarhoş olup saçmalayan, saçmalarken kadınları aşağılayan erkekler yok. Sigara dumanı yok. Belki de içen var ama dibimde içen yok. “Senin ne işi var burda?” der gibi bakan yok. Bir farklı sıcak. Sanki akrabalar birbirleriyle.   Hussein’in babası mangalın başında. Hava aşırı sıcak. Oturduğumuz yerde terliyoruz. Ama Hussein’in babası saatlerce kalıyor mangalın başında. Yanında yardımcılarıyla. Gelini “O ordan ayrılmaz zaten” diyor. Hussein ve annesi ne kadar sosyalse o o kadar içine dönük biriymiş. Ama nasıl tatlı bir baba. Hepimiz biliyoruz o yaşlardaki Müslüman teyze ve amcaların doğumgünü alışkanlıkları olmadığını. “Doğumgünü de neymiş” deyip geri çekilmek yerine, Oğlu için nasıl da uyum sağlamış ortama. Köftenin hamurunu Hussein kendi elleriyle hazırlamış. Eşi de işten sonra üç tepsi kek yapmış. “Maşallah hangi ara yaptınız bunları?” dedim. “Akşam 9’da” dedi. Hussein’in eşi iş seyahatleri yapan biri. Aşırı yoğun yani. Haftaiçi yine 3 gün iş seyahatindeymiş. “Çok yorgunum, nerden çıktı bu doğumgünü daveti” demek yerine son enerjisini eşi için mutfakta kullanmış. Yardım eden pek çok insan vardı. Annesi bir ara babasıyla misafirlere yeni banklar açıyordu. Annesini de hiç otururken görmedim. Misafirlerine ailece gösterdikleri ilgi alakaya hayran kaldım. Doğumgünü çocuğu Hussein de hiç oturmadı. Bir yandan babasına köfte taşıyor, bir yandan eksikleri gözlemliyor, bir yandan da gelen herkesi karşılıyordu.   Misafirlerle tanışmaya başladım. Suriye’den gelmiş bir kadın. Geleli 8 sene olmuş. Kendini rahatlıkla ifade edebilecek şekilde Almanca öğrenmiş. Çocukları biraz daha büyüdüğünde meslek eğitimi almak istiyormuş.   Gelen misafirlerin bir kısmı çok yaşlı, bir kısmı orta yaşlı, bir kısmı kendi yaşıtları. Tabi bir sürü de çocuk vardı. Onlara özel şişme oyun parkı (Hüpfburg) kurulmuş.   Bir teyzeyle tanıştırdı eşi bizi. “Hussein’in British anneannesi” dedi. Kadın ne güzel şeyler söyledi manevi torunu hakkında.   Bir karı koca geldi. Hussein’in eski öğretmenleriymiş.   Genç bir adam hava kararınca her yere lamba yerleştirdi. “Bu da en yakın arkadaşı” dedi eşi. Lübnanlı veya Müslüman değil. Onca farklılığa rağmen çok yakın arkadaş olmayı başarmışlar. Arkadaşının yaşam tarzını bilmiyorum. Hussein dindar bir Müslüman. Ama sınırları engel olmamış kurdukları dostluğa.   “Nereden tanıyor bu kadar insanı?” diye sorduk eşine. “Her yerden” dedi. Dünyanın farklı ülkelerinden, farklı şehirlerinden gelenler olmuş. Bir kısım dostluklar anne babasıyla başlamış. Hussein o dostlukların içinde büyümüş. Ailesi Almanya’ya 30 sene önce gelmiş. Geldiği gibi toplumun içine girmişler. Gönüllü işler yapmış annesi. Çok büyük bir çevresi var. Son 12 senedir ise bir yardım kuruluşunda resmi çalışıyor. Yeni gelen ailelerin ihtiyaçları, problemleriyle ilgileniyor. Görüntüsüne baktığınızda, başörtüsünü geniş örten, uzun uzun elbiseler giyinen bir kadın. Bu şekilde sevilmiş, bu şekilde kabul görmüş toplumda.   Oğlu Hussein de onun kadar sosyal yetişmiş. Kocaman bir çevre kurmuş kendine. Tanıştığı insanları bırakmamış. Aramaya, sormaya, görüşmeye devam etmiş. Eski iş arkadaşları arkadaşları olmuş. Girdiği yönetim kurullarında (Vorstand) dedelerle arkadaş olmuş. Her yere girmiş çıkmış. Eşi diyor ki “Yaşadığı yeri çok seviyor. Tatilde sıkılıyor buraları özlediği için. Haftasonları sabah erkenden kalkıp yaşlılarla yürüyüş yapıyor. Hafta içleri akşamları arkadaşlarıyla buluşuyor. Sürekli insanlarla irtibat halinde.”   Oturduğum masada “Hussein Youtuber olmalı, daha büyük bir kitleye ulaşmalı, gençler onu tanımalı” dedim. Eşi “Yapmaz” dedi. Hussein geldi masaya. “Sen Youtuber olsana” dedim. “Neeeeee”(olmaz) dedi. Ama “Ben yapamam öyle birşey” demedi:) Valla ümitliyim. “Valla ikna olursa yapar” dedim durdum içimden 🙂 Teknik bir ekip kursa kendine. Hayatlarından kesitler paylaşsa, çevresindeki insanlarla buluşup muhabbet etse ve o muhabbetler Youtube’da yayınlansa. Çevresinde kitap gibi insanlar var. 70-80 seneyi geride bırakanlar, toplum için yerinde duramayan iyi insanlar, çalışkan, üretken gençler.. Var da var.. Konuşacakları konular eminim gençlere yol gösterir. Her gencin aile içinde Hussein’in gördüğü desteği görme imkanı yok. Ama Youtube’da kendilerini geliştirme imkanları var.   Hussein dört ay önce başlamış doğumgününü organize etmeye. Her sene bu şekilde kutladığı için çok tecrübeli.  “Sen Eventmanager da olabilirsin” dedim. Adama neden yeni bir iş arıyorum bilmiyorum:) Zaten iyi bir işi var. Aslında ne kadar güzel bir tablo. Bir insanın sadece bir iş değil, bir kaç iş yapabileceğini gösteriyor.   Hayran kaldım Hussein ve ailesinin insan ilişkilerine. Biz dün Hussein’in doğumgününü kutlamadık sadece. Hussein’in ömrünü kutladık!   Onun yaşantısından kendime şu notları aldım: Göçmen çocuğu Hussein yaşadığı şehre kendini ait hissediyor. İnsanları dili, dini, ırkına göre seçmiyor. Herkese sıcak davranıyor, gülümsüyor, değer veriyor. Yerinde durup beklemiyor. Harekete geçiyor. Üretiyor. İnsanlarla tanışıyor. Tecrübelerini dinliyor. Toplumu gözlemliyor. Olumsuz olayları, olumsuz insanları kafasına takmıyor. Doğumgünlerinde bile  toplumun farklı kesimlerini bir araya getiriyor, ihtiyaç sahipleri için bağış topluyor. Kendi değerleriyle kurduğu dünyasında kendi kalmaya, insan sevmeye, insanlarla tanışmaya ve insana değer vermeye devam ediyor. Allah razı olsun! Allah daim etsin!   *** Toplumda karşılaştığım insanları yazıyorum.   Size anlatmak istediğim yaklaşık 100 hikaye var.  Bir de bir bölüm hazırlıyorum sizin için.  Siz yazacaksınız ben paylaşacağım.  Sizi buluşturabilmek için desteklerinize ihtiyacım var. Burdan üye olabilir: Üye ol! Burdan blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: Destek Ol!  Post Views: 463

DEVAMINI OKU

Meryem’in tenis oynayamayan annesi

Dün oğlumu tenis oynarken izledim. Yanımda duran kızım da oynamak isteyince ‘Ben de oynamak istiyorum ama bak oynayamıyorum’ dedim. ‘Neden oynamıyorsun?’ dedi. Nerden başlasamki anlatmaya. Çıkışta antrenör kızla konuştuk. ‘Başörtülü olduğum için senelerdir tenis oynayamayacağıma inandım. Minik etek giymek zorunda mıyım?’ deyince ‘Tabiki hayır’ dedi. Konuşmaya şahit olan oğlum eve dönerken ‘Anne sen niye benim yaşımda tenise başlamamıştın?’ diye sordu. Nerden başlasamki anlatmaya.. ******** Bu sabah patenlere bindik, çıktık yola. 4 yaşındaki kızımın elinden tutuyordum. O sırada arabasıyla yoldan geçen 80 küsür yaşındaki komşum durdu: ‘Sen düşme ki çocuk da düşmesin’ dedi. ‘Çocuk düşmezse ben de düşmem’ dedim. Kızım ‘Neden öyle dedi?’ dedi. Nerden başlamasamki anlatmaya.. Evin yakınlarındaki Skater Park’a ulaştığımızda diğer komşumu gördüm. O da çocuklarıyla gelmiş. 40 küsür yaşlarında. ‘Cesaretin var mı burdan kaymaya?’ dedi. ‘Pek yok. Ama belki denersem aşarım korkumu’, dedim. ‘Benim de yok. Ben de hiç denemedim’, dedi. Konu patenlerden açılınca sporla devam etti. Kendisi Handball ile büyümüş. Şimdi de çocuklara antrenörlük yapıyormuş. ‘Biz maalesef sporla büyümedik’ deyince ‘Ama baban güreşçi değil miydi?’ dedi. Nerden başlasamki anlatmaya… Önce o başladı anlatmaya. Çocukluğunu, kendi çocuklarını anlattı biraz. Sonra antrenörlüğünü. Handball’a Türk, Arap kültürlerinden pek ilgi yokmuş. Neden Türk ailelerin Handball’a ilgisi olmadığını sordu. ‘Ben kendim Handball oynayabildim mi ki çocuğumu oynatayım?’ demek istesem de ‘Bu ilgisizliğin arkasında farklı farklı nedenler var. Ben mesela en son okuldayken Handball oynadım. Örtündükten sonra kulüblerde spor yapma imkanım olmadı’ dedim. Sonra o dönemin şartlarını konuştuk. Engellenen kızları. Bazı ailelerde engel anne babaydı. Anne baba özgür bıraksa, mahalle engelliyordu. Bazı başörtülü kızları ise öğretmenleri, spor kulüpleri engelliyordu. Basketbol kulübü başörtülü kızları maçlara çıkartmıyordu. Maça çıkartmayacağı kızları çalıştırmak istemiyordu. Okullarda bikini giyinmeyen kız çocukları yüzme derslerine katılamıyordu. Havuzlar zaten haşemaya izin vermiyordu. Bisiklet sürmek, paten kaymak Türk kültüründe ayıplanıyordu. Başörtümüzü çıkartsaydık kökten çözer miydik bu sorunu? Evet! Anında! Ama çıkartmadık. Mücadele ettik! Spordan uzak yetişmiş anneler de olsak, Tenis kulübüne ‘Mini etek giymek zorunda mıyım?’ diyecek kadar açıksözlü, Yüzme havuzunda haşemadan rahatsız olduğu için şikayetçi olan ninelere ‘Benden rahatsız oluyorsanız ben bu hafta hergün 14-16 arası burdayım. Haberiniz olsun’ diyecek kadar cesur, Çocuklarını antrenmanlara yetiştirecek, saatlerce maçlarını izleyecek kadar spor sevdalısı, Attığı her golde bağıracak kadar eğlenceli, ‘Acaba ben de bir gün topu atarken potada sallanabilir miyim’ diyecek kadar hedefe odaklı, Pozitif ruhlu, sportif ruhlara sahip kadınlar olduk. Birçoğumuzun kendi tercihi değildi spordan uzak kalmak. Ama şartlar değişti. Başörtüsü artık spor yapmaya engel değil. Babalar (istisnalar hariç) çocuklarının spor yapmasına engel değil. Eşler (istisnalar hariç) eşlerinin spor yapmasına engel değil. Mahalle hala engel de olsa, mahalleyi değiştirmek eskisi kadar zor değil. Yapılabilecek tek birşey var. Kabuğu kırmak! Kolay olmuyor o kabuğu kırmak! Bazen insan kendini ikna edemiyor! Bazen ikna ettiği yerde çevresi tekrar eski alışkanlıklarına dönmesi için ikna ediyor. Motivasyon kaynaklarına ihtiyacımız olabilir. Bir kaç motivasyon kaynağım var. Biri Stadtradeln. Diğerilerinden bir başka yazıda bahsederim. Stadtradeln’i duymuşsunuzdur. Bizim anaokulundan katılan 19 kişiden biriyim. Hedefim birinci olmak değil, motivasyonumu daim kılmak. Zaten birinci olmam mümkün değil. 20 gün oldu başlayalı.  Birinci sırada yer alan kişi 465 km yol yapmış bile. İkinci kişi 268 km, üçüncü kişi 250 km. Sizin spor hayatınız, alışkanlıklarınız ne durumda? Düzenli ise, nasıl düzene soktunuz? Düzenli değil ise, hangi engellere takılıyorsunuz?     Post Views: 661

DEVAMINI OKU

Göçmen kökenli aileler neden yardım etmiyor?

İki arkadaşla buluştuk. Farklı gün ve saatlerde. İkisi de anaokullarında Aile Birliği Başkanı. Biri göçmen kökenli, diğeri değil. Farklı eyaletlerde yaşıyorlar. İkisinden de aynı cümleyi duydum. Şöyle dediler: Göçmen kökenli aileler anaokullarında yok sanki. Göçmen kökenli Aile Birliği Başkanı anlatıyor: Toplantı yapıyoruz. İçlerinde tek göçmen kökenli olan benim. Görev paylaşımı yapıyoruz, yardım eden de, Waffel yapan da Alman aileler. Diğer aileler ortada yok. Diğer arkadaş ise şöyle diyor: Anaokulunda ailelerin büyük bir kısmı göçmen kökenli ama Aile Birliğinde herkes Alman. Bazı mektupları farklı dillere tercüme etmek istiyoruz. Almanca bilen göçmen kökenli ailelerden bile yardım alamıyoruz. Problem senelerdir aynı. Enteresan olan, anaokullarında Almanca bilen ailelerin artmasıyla birlikte bu sorunun çözülememiş olması. Demek ki sorun senelerdir anlatıldığı gibi ‘dil engeli’ değil. Gerçekten engel dil olsaydı, bizim annelerimiz de takılmış olması gerekmiyor muydu bu engele? Annem bizim anaokulunda düzenlenen bütün aktivitelere, satışlara katılır, standda durur, anaokulunun bağlı olduğu kilisedeki programlara bile katılırdı. Bırakın dil engelini, giyim tarzı (pardesü ve başörtüsü) bile engel olmamıştı. Seneler sonra anaokulları öğretmenleriyle markette bile karşılaşsa muhabbet etmeye çalışırdı. Senelerce bize anaokulunda yapılan faaliyetleri ve bize karşı olan ilgilerini anlattı. Öğretmenlerin isimlerini unutmadı. Vefat edenlerden de haberdar oldu. Hala hayırla yad eder anaokulumuzu. Arkadaş ‘Göçmen kökenli aileler sence neden yardım etmiyor?’ dedi. Gözlemlediğim göçmen kökenli ailelerden bahsettim biraz arkadaşa. Öncelikle Aile Birliği Başkanı olan göçmen kökenli arkadaşımdan, onun gibi anaokullarına büyük katkısı olan arkadaşlarımdan bahsettim. ‘Ama’ dedim. ‘Bazı aileler için önemli olan anaokullarındaki faaliyetler değil, çocuklarının 8-16 arası evde olmaması. Bu aileleri unut’ ‘Bazı aileler o kadar yoğun ki (!) asla anaokullarındaki etkinliklere vakitleri yok. Bu aileleri de unut.’ ‘Bazı aileler sadece şikayet edilecek bir konu olduğunda çıkar ortaya. Onları da unut.’ Sonra ulaşabilecekleri ailelerden bahsettim. Belki de problem ailelerin yardım etmiyor olması değil, onlara bu imkanın tanınmıyor olmasıydı.Anaokullarındaki gruplaşmalardı belki de engel olan. Grupların yeni insanlara kapılarını açmıyor olmasıydı. Kimseyi tanımayan annelerin birbirini senelerdir tanıyan ailelerin arasına giremiyor olmasıydı. Farklılıklara olan itici muamelelerdi belki de. Belki de başörtülü bir anne yardım etmek istemediği için değil, gördüğü itici muameleyi ikinci kez görmek istemediği için gelmiyordu. ‘Bazen insanların bakışları yetiyor kendini kötü hissetmek için’ dedim. Belki de var olamıyordu o anne o ortamda. Belki de görmüyorlardı. ‘Aile Birliğinde olduğu halde selam vermeyen, silik davranan anneler var anaokullarında’ dedim. Anlattım da anlattım şahit olduğum olayları. Yine de merak ediyorum. Sizce neden yardım etmiyor göçmen kökenli aileler anaokullarında?     Post Views: 1.075

DEVAMINI OKU

Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?

Depremin üzerinden 18 gün geçti. Oğlum hala derste bu konuyu konuşmadıklarını söylüyor. Okulundan da herhangi bir mail gelmedi. Oysa Türkiye’den çok fazla göç almış küçük bir şehirde yaşıyoruz. Zamanında Türkçe sınıflar bile varmış Türkiye’den gelen ailelerin çocukları için. Bu kadar ilgisiz kalınması, depreme şahit olmuş yüzlerce çocukla bu konuların konuşulmaması şaşırttı beni. Umarım diğer sınıflarda konuşulmuştur ve benim haberim yoktur. Öğrencilerden biri oğluma “Türkiye’de savaş var” deyince oğlum şaşırmış. “Anne çocuk savaş var sanıyor” dedi bana. Okul konu etmese de oğlumun gündeminden düşmüyor deprem. Yarın 8 yaşına girecek. Anlayamadığı konuları tekrar tekrar soruyor. Belki de korkuyor. Bu sabah aramızda geçen konuşma: “Anne bizim evimiz depremde yıkılmaz değil mi?” Yıkılmaz inşallah. Almanya’da binalar depreme dayanıklı yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Yapılıyor. Ama yapmayanlar da var. O yüzden yıkıldı binalar. “Ya bizimki de sağlam değilse? “ Sağlamdır inşallah.  Almanya’da binalar sağlam yapılıyor. “Türkiye’de yapılmıyor mu?” Orda da yapılıyor. Ama bazı kişiler sağlam yapmıyor. Aslında kurallara uymuyorlar. “Polis yok mu Türkiye’de?” Var. “Bu binaları yapanlar tutuklanacak değil mi? Onlar yüzünden insanlar öldü. Annesi babası ölen çocuklar ne yapacak şimdi?” Post Views: 561

DEVAMINI OKU