"Biz Halloween kutlamıyoruz"

Haftaya Halloween.

Yine her yerde karşıma kötü kötü bakan kabaklar, iskeletler, hayaletler çıkıyor.

Çevremde birkaç aile büyük Halloween partilerine hazırlanıyor.

 

Bizim Halloweenle yıldızımız hiç barışmadı.

O yüzden hiç hazırlık yapmadım.

Taa ki iki sene öncesine kadar…

Halloween’de zil çaldı.

Kapıda duran iki kız:

“Süßes oder Saures?”

Allahım ne vericem şimdi ben bu çocuklara?

Evinde pek şeker çikolata bulundurmayan biri olarak artık ne bulduysam verdim.

Oysa kapımızda da bir kabak da yoktu.

Sonra anladımki, bizim sokakta kimsenin kapısında kabak yokmuş.

Ne yapsın çocuklar,

kabak olsa da olmasa da zile basacaklarki şeker toplayabilsinler.  

 

Oğlum okula başlayınca Halloween’de kapı kapı gezildiğini öğrendi.

İkinci sınıfta o da arkadaşları gibi şeker toplamak istedi.

Kostümünü giydi ve çıkmadan şöyle dedi:

Ama anne ayıp değil mi zile basıp şeker istemek?

 

Kardeşiyle tek başına gitmeye cesaret edemeyince “Aa bakın teyzeniz gelmiş. Hadi teyzenizle gidin.” dedim.

Kendim gitmek istemedim.

Sanırım kendim gibi hazırlıksız, mahcup olacak bir komşuyla karşılaşmaktan çekindim.

Tahmin ettiğim gibi de oldu.

Pek çok komşu hazırlıksız yakalandığını söylemiş.

Hatta bir komşumuz şöyle demiş:

“Biz Halloween kutlamıyoruz.”

 

Aaa dedim bu ben.

Yani iç sesim.

Ben kapıya gelen çocuklara bunu demesem de diyenler varmış.

Komşum Müslüman değil.

Göçmen kökenli değil.

Yaşlı da değil.

Çocukları 6. ve 1. sınıfta olan bir baba.

Çok yakından tanımıyorum kendisini.

Sadece akademik başarılarından haberim var.

Profesör olmak üzere.

Çocukları olmasına rağmen dahil olmuyorlar Halloween kutlamalarına.

İstese bir paket şeker alamaz mıydı o akşam?

Alırdı.

Ama kökten çözüyor meseleyi.

“Biz Halloween kutlamıyoruz” ne demek?

Önümüzdeki senelerde de kapımıza gelmeyin demek 🙂

Kaba mı?

Değil bence.

Çünkü herkes herşeyi kutlamak zorunda değil.

Çocukların bunu görmesi de iyi oldu.

En azından “Biz neden Weihnachten (noel) kutlamıyoruz?” sorusuna verdiğim “Çünkü herkes herşeyi kutlamıyor” cevabının pratikteki versiyonunu görmüş oldular.

 

Her ne kadar Halloweenci bir anne olmasam da geçen sene zile basacak çocuklara hazırlık yaptım.

Sadece iki çocuk geldi.

Bizim sokağın yarısı yaşlı, yarısı ise çocuklu.

Çocuklu aileler ya Halloween kutlamıyor ya da o akşam evde değiller.

 

Bu sene ise özel paketler hazırlamadım.

Marketten üzerinde kabak resmi olan çubuklu çikolata aldım.

 

Halloween’de oğlum sınıf arkadaşının evindeki partiye davetli.

Kızım ise haftasonu Kindergarten arkadaşlarının gideceği partiye gidecek.

Çocuklar küçükken kararı ben veriyordum.

Ama artık onlara soruyorum.

„Kostüm giymek istiyor musun?“

“Arkadaşın davetiye gönderdi. Partiye katılmak istiyor musun?”

“Arkadaşların sokakta şeker toplayacakmış. Sen de toplamak istiyor musun?”

 Her ne kadar Halloween’i sevmesem de, çocukların Halloween dönemine eşlik ediyorum.

 

Halloween’i neden sevmiyorum?

Çünkü benim için hiçbir anlamı yok.

Halloween geleneği inancımla örtüşmüyor. 

 

Çünkü kaldıramıyorum.

Başım ağrıyor kokular, görüntüler, sesler birbirine karışınca.

Kalabalıktan baş ağrısıyla ayrılıyorum.

 

Çünkü kostüm almaktan bıktım.

Şimdiye kadar Fasching’de kostüm alıyordum çocuklara. İki senedir Halloween çıktı bir de başıma:) Oğlum hala çirkin sembolleri sevmediği için Fasching’de giyebileceği kostümler giyiniyor Halloween’de. Geçen sene Spiderman kostümü giydi, bu sene de Power Ranger kostümü giyecek. 

 

Çünkü jelatinli şekerleri ayırmaktan bıktım.

Geçen sene topladıkları şekerleri önce koltuğa döktürler. Yiyemeyecekleri şekerleri ayırdık. Yerine dolaptan alternatifler koydum.

 

Çünkü semboller çok çirkin.  

Bilinçaltıma çirkin görüntüler yerleştirmek istemiyorum.

Mesela şuan gözlerimi kapattığımda çirkin çirkin bakan bir kabak görüyorum.

Çünkü günlerdir çirkin Halloween süslerini izliyorum sağda solda.

Oysa gözlerini kapattığında denize vuran güneş ışığını izleyen,

dağlara kollarını açan,

şelale seslerini dinleyen,

bedenime çarpan rüzgarı hisseden biriyim.

Yaşam kaynaklarımla olan bağımın farklı görüntülerle zedelenmesini istemiyorum.

 

Süslenmek üzere ziyan edilen kabaklar canımı acıtıyor.

Halloween dekorlarını bir kutuya kaldırıp her sene kullanan insanlar olsa da çevremde, her sene yeni alanlar da çok.

Eskiler nereye gidiyor?

Çöpe atılmadığını ümit ediyorum.

 

Kul hakkında girildiğini düşünüyorum.

Herkesin dahil olmadığı bir kutlamaya herkes dahil ediliyor.

Arabaları ketçap mayoneze bulamak kul hakkı.

Birbirini korkutmak kul hakkı.

Oğlum 4 yaşındayken gezmeye gittiğimiz şehirde Halloween kutlayanlar sokaktaydı. Yanımızdan geçen Scream maskeli biri eğilip oğlumu korkutmuştu. Ağlayınca çok öfkelenmiştim.

Bu nasıl bir eğlence şekli?

 

****

 

Çocuklar Halloween’in gerçek manasını henüz bilmiyor. Birçok çocuğun da bildiğini düşünmüyorum. Zamanla öğrenecek ve Allah’a inanan insanlar olarak kendimizi kostüm giyerek hasbi ruhlardan korumadığımızı anlayacaklar.

Şuanda onları çeken şey,

1) Arkadaşlarıyla eğlenmek

2) Şeker, çikolata toplamak

 

Bazı anne babalar bu tarz alışkanlıkların çocuklarına zarar verdiğini düşünüyor.

Bazı anne babalar ise sadece eğlence olarak görüyor.

Herkes farklı düşünüyor Halloween hakkında.

Herkes farklı kararlar alıyor.

Çokkültürlü, çokdinli, çokdilli bir toplumda yaşıyoruz.

Çokkültürlü yetişmiş aileler baskın bir kültürle yetişmiş aileler tarafından yargılanmamalı.

Baskın bir kültürle yetişmiş ailelerin korkuları çokkültürlü aileler tarafından ayıplanmamalı.

Almanya’da sosyalleşmiş Türkiye kökenli insanlar, Türkiye’de sosyalleşmiş insanlarla kıyaslanmamalı.

Birbirimizin yaşam tarzlarına ve tercihlerine saygı duymak zorundayız.

Kutlamak isteyen kutlasın,

kutlamak istemeyen kutlamasın.

 

UPDATE!

Bugün 31 Ekim 2023 

Çocukların Halloween kutlamaları bitti. 

Neler oldu bu akşam?

Oğlum ve kızım Power Rangers kostümleri giydi.

Oğlum 17’de arkadaşının evindeki partiye gitti. 

Parti yapan annenin ricası üzerine Halloween kurabiyeleri hazırladım çocuklara.

Oğlum döndüğünde önce evde oyun oynadıklarını, sonra yolda yürüyüş yaptıklarını anlattı. 12 çocuk, 4 yetişkin.

Zile bastıkları pek çok ev şekerlerin bittiğini söylemiş. Pek şeker toplayamamışlar. Yolda korkunç kostümlü yetişkin insanlar görmüş. Eve geldikten sonra odasında tek başına yatmak istemedi. Halloween’in en sevmediği kısmı korkunç kostümlermiş. 

Benim de..

Kalan bir kaç kurabiyede de sanatsal çalışmalar yaptım:)

Kızım çok sevdiği bir arkadaşını davet etti. Babasıyla birlikte geldiler. İki kız ve babalar çıktılar dışarı. Bu kez bizim sakin sokakta değil, hareketli sokaklarda yürümüşler. Bir sürü şekerle döndüler eve. 

Döktük bütün şekerleri masaya. Jelatinlileri ayırdık. Geriye neredeyse üçte biri kaldı. Fotoğrafı Whatsapp’de paylaştım. Bir kaç anne ‘Biz de ayırdık jelatinlileri, geriye hiçbir şey kalmadı’ yazınca, bir anneye şöyle yazdım:

Seneye arabayla Müslüman ailelere götürücem çocukları. 

Bazı konularda çözüm yolu bulmalıyız. 

Çocuklarımız Halloween’de şeker toplamak istiyorlarsa toplasınlar. 

Ya her sene eve getirdikleri şekerleri ayırmakla uğraşacağız ya da Halloween’e dahil olan Müslüman çevremizin zilini çalacağız. En azından çocukların poşetlerine yiyebilecekleri şeker, çikolatalar girmiş olur. En azından her sene jelatinli şeker ayırmak ve çocuklara tekrar tekrar “Bunu yemiyoruz. Bunu da yemiyoruz. Bunu da, bunu da, bunu da yemiyoruz.” demekten kurtuluruz. 

Kızım şekerlerle eve geldikten sonra Halloween heyecanı bitti. Hemen çıkartmak istedi kostümünü. Misafir kızımız zaten kostüm giymemişti. Onunla oyun oynadılar. Jelatinli şekerleri koymuşlar kapının önüne. Üzerine bir not yazmış misafir kız. Bir süre gelecek çocukları beklediler. Ama kimse gelmedi 🙂 

Giderken jelatinli şekelerini yanında götürdü. Sınıfında arkadaşlarına dağıtacakmış.

Bir Halloween macerası daha bitti. Şimdi sırada ‘Warum feiern wir kein Weihnachten?’ (Biz neden noel kutlamıyoruz?) dönemi.. 

“Entegre olmamız lazım”

“Entegre olmamız lazım”   Almanya’ya 20 sene önce göçmüş bir anneyle toplumsal konuları konuşuyorduk. Farklı inançlar, farklı diller, farklı kültürlere mensup ailelerde yetişen çocukları,  toplumda kabul gören ve görmeyen noktaları konuşurken  “Entegre olmamız lazım” dedi.  “Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım.” dedim.   Hepimiz bir yerlerde karşılaşıyoruz bu terimle. Herkes farklı hissediyor, farklı yorumluyor. Benim için pek de bir şey ifade etmiyor “Entegrasyon” Bürokratik işlerini tek başına halledebilen biri entegre olmuştur Almanya’ya. Müslüman olmak, Göçmen kökenli olmak, Başörtüyle sokağa çıkmak, Çocuklarla Türkçe konuşmak, Çocuklara mantı, sarma yedirmek,   Weihnachten (noel), Ostern (Paskalya) kutlamamak, İnandığın değerleri yaşamak entegrasyona engel değil.   Arkadaş seçimi, ortam seçimi, yemek seçimi ise kişisel tercihler. “Entegrasyon” dayatmasıyla yapılabilecek tercihler değil. Türkçe konuşan insanlar Türkçe konuşan insanların arasında kalıyorsa,  o ortamlarda Türk mutfağından yemekler pişiriliyorsa,  onları entegre olmamakla suçlamak yerine,  seçimlerini anlamaya çalışmak gerekiyor. Belki de dikkate alınmadıkları için girmiyorlar farklı ortamlara. Belki de ortamlar yeterince renklenmediği için. Belki de soru cevaplamaktan bıktıkları için.   Bir tanıdığım anlatıyor. Müslüman değil kendisi. Büyük bir program yapmışlar yaşadıkları yerde. Dernek çorba hazırlamış davetlilere. Çorbanın içinde tavuk olunca Müslüman misafirler yememiş. Dernekteki arkadaşlara “Bu çorba tavuksuz olmuyor muydu?” demiş. “Madem bir arada yaşamak istiyoruz, birbirimizi dikkate almak zorundayız” dedi. Onun gibi düşünen pek çok insan olsa da toplumda, düşünmeyen de hayli fazla.   Bu durumda geriye üç seçenek kalıyor: 1) Dikkate alınmadığın ortamlardan uzaklaşmak. 2)Dikkat çekmeyen konuların dikkat çekmesini sağlamak. 3)Ortama uyum sağlamak.   Ben ikinci seçeceği seçen birçok kişiden biriyim. Girip çıktığım her ortamda dikkat çekmeyen konuları gündem ediyorum. Gündem ettikten sonra hala önemsenmiyorsa gitmiyorum. Ama genelde önemseniyor.   Neler önemsendi şimdiye kadar? Beslenme şeklimiz Çocuklar 3 yaşından beri arkadaşlarının doğumgünlerine katılıyor. İlk davette açıkladım beslenme şeklimizi. Sadece domuz eti yemediğimizi ve alkol kullanmadığımızı düşünen pek çok kişi bu şekilde “Helal beslenme” ile tanıştı.   Namaz vakti Oğlumun arkadaşlarının anneleri her hafta akşam namazı vakti evde buluşmak istiyordu. Önce saatini değiştirmeye çalıştım. Olmadı. Sonra açıkça dedim ki: Ben bu saatte namaz kılıyorum. Ya sizin evinizde de namaz kılıcam ya da biz kışın katılamayız bu buluşmalara. Arkadaş “Nerede istersen kılabilirsin” dedi.    Ramazan Ayı Aslında Ramazan ayını evinde sakin geçirenlerdeniz.   Ama çocuklar için olabildiğince gündem ettim Ramazan’ı sosyal medyada, Kindergarten’de ve okulda..  Çok da olumlu geridönüşümler aldım. Diğer yazılarda anlattığım için tekrar anlatmıyorum.        Mahremiyet Bir arada geçirdiğimiz vakitlerde çocuklar WC’ye girdiğinde kapıları açabiliyor, birbirlerinin yanında pantolonlarını indirebiliyordu. Her anneyi bu durum rahatsız etmese de ben fikrimi söyledim: Tuvaletin kapısını açmayın lütfen. Bu şekilde oyun oynanmaz.   Bazı tercihlerimi anlamakta güçlük çeken arkadaşlar bazen “Çok baskı yapmıyor musun?” dediler. “İki yaşından önce çocuğuna şeker vermemek de baskı o zaman. Altı aylık bebeğe dondurma versen yer. Ama vermiyoruz. Öğle yemeği yerine cips yemek isteyen çocuğumuza da cips vermiyoruz. İlerde kendi tercihlerini kendi yapacak. Ama şuan annesi olarak yaşam tarzımızı öğretiyorum. Bize de ailelerimiz öğretti. Demekki baskı yapmamışlarki biz hala önemsiyoruz böyle şeyleri.“ İslami konular nadiren masamıza konu oldu.  Ben ilgisiz davranınca çok uzamadan kapandı. Genelde iş hayatımızı, dünya ve Almanya gündemini, ortak değerleri, çocukların hayatlarında olan şeyleri konuşuyoruz.   Bazen göçmen kökenli olmak, Müslüman olmak insanın içinde “Kendimi anlatmalıyım” duygusu oluşturuyor. Kimse kimseye kendini anlatmak, sorulan soruları cevaplamak zorunda değil. Karşılıklı oluyorsa olabilir.   Kimse bir başkasının yaptığı hatanın yükünü üzerine alıp “Aslında biz Müslümanlar öyle değiliz” açıklamalarına girmek zorunda değil. Hayatımıza giren insanlar da buna şahit oluyor zaten.    Çevrem beni tanıyarak önyargılarını aştı, Ben de onları tanıyarak önyargılarımı aştım. Karşılıklı saygı gösteriyoruz hayatlarımıza.  Beslenme konusunda beklediğim anlayışı, çocuklarına birşey yedirmeden önce  onlardan izin alarak ben de onlara gösteriyorum. Fotoğraf çekmeden önce “Fotoğraf çekebilir miyim?” deyip izin alıyorum. Çocuklarını dijital yetiştirmeyen aileler geldiğinde aletleri ortadan kaldırıyorum. Glutensiz beslenene glutensiz kek yapıyorum. Asitli su içenler için (biz içmesek de) asitli su alıyorum. Kafeinsiz kahve içenlere kafeinsiz kahve, süt kullanmayanlara bitkisel sütler alıyorum. Birlikte geçireceğimiz saatlerde ne yapacaksak ona göre onların da fikrini alıyorum. Ben onların fikrini aldıkça, onlar da benim fikrimi alıyor.   Hassasiyetlerini dile getiremediklerini söyleyenler soruyor: “Nereden geliyor bu cesaret?” Gerçekten bilmiyorum. Kendine sürekli soru soran biriyim.  Sanırım kendime verdiğim cevaplar cesaretimi arttırıyor. İsterseniz siz de sorabilirsiniz bu soruları kendinize: Ben kimim? Beni ben yapan ne? Nasıl yetiştim, nasıl geliştim? Nasıl sosyalleştim? Toplumdaki rolüm ne? İnsanlar benim hakkımda ne düşünüyor? Düşüncelerimi etkileyenler kimler? Ben kendim hakkında neler düşünüyorum?   Herkesin yaşadığı çevre, karşılaştığı problemler farklı.  Biz Müslümanlar hakkında çok olumsuz konuşulmayan ama ona rağmen yeterince dikkate alınmayan bir yerde yaşıyoruz. Belediye başkanımıza göre göçmen kökenliler şehre geldiği günden beri yerellerle iyi anlaşıyor.   Bazı yerlerde toplum birarada yaşadığı için ilişki kurmak daha kolay oluyor.  Bazı yerlerde ise tam tersi.       Post Views: 402

Weiterlesen »

Kendini nereye ait hissediyorsun?

“Kendini nereye ait hissediyorsun?” diye soruyorum çevreme. „Hiçbir yere” diyor biri. Bir diğeri „Berlin’de büyüdüğüm mahalleye“ diye cevap veriyor. “Hem Türkiye’ye, hem de Almanya’ya” diyenler çoğunlukta. „Türkiyeyle hiçbir bağım yok benim“ diyor başka bir arkadaş. Alman toplumundan nefret eden de var, Türk toplumundan nefret eden de! “Dünya insanıyım ben” diyor biri. Yakın çevresine sadece Türkçe konuşan insanları alanlar da var, kayınvalidesiyle, eşiyle, çocuklarıyla dört beş dört dilli ilişkiler kuranlar da. Çemberi daraltıyor bazıları. “Kadın da olsam kadınların olduğu ortamlara ait hissetmiyorum” diyor. „Özgür yaşıyorum ama özgürlük adı altında herşeyi deneyen insanlara ait hissetmiyorum kendimi“ diyor bir arkadaş. “Başörtülüyüm ve dini sınırlarım var. Ne dindar cemaatlerde kabul görüyorum, ne de liberallerin arasında” diyor bir başka arkadaş. Kimi bağlı olduğu tarikatı söylüyor, kimi cemaati. Herkes bir şekilde bir yerlere ait, bir yerlerde yabancı hissediyor kendini. Bugün bir arkadaşla konuşuyorduk bu konuları. “Kendimi nereye ait hissediyorum biliyor musun?“ dedim. „Spor salonuna” Sağlık sıkıntılarım yönlendirdi beni spora. Dinmeyen baş ağrılarım, kas, mide, bağırsak problemlerim, yaşadığım gündelik stres kısa sürede kayboldu gitti. Daha da ötesi oldu. Toplumda aradığım pek çok şeyi spor salonunda buldum. Birbirini gören, dinleyen, anlayan, gülümseyen, eleştirmeyen, küçümsemeyen insanlarla karşılaştım. İçinde yaşadığım toplumla karşılaştım aslında spor salonunda. Farklı bir boyutta. Kim, kimdir bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Kim göçmen, kim burda doğmuş anlaşılmıyor. Kimse de sormuyor. Bazen kapıda duran arabalardan anlıyorum içerde zenginler olduğunu. Bazen içeri bir kadın giriyor. Herkes tanıyor onu. İsmini Google’e verince anlıyorum politikacı olduğunu. Kimse kimseyi parasıyla, akademik kariyeriyle, pozisyonuyla dövmüyor. Kimse kimseye silik davranmıyor. Herkes kalp atışlarıyla meşgul. Herkes nefes nefese kalıyor. Herkes zorlanıyor. Bazen derin derin nefes alan, “ölüyorum” diyen teyzeler diğer teyzeleri güldürüyor. “Kaç yaşındasınız?” diye soruyorum teyzeye. “80 yaşındayım” diyor. 5 sene önce başlamış spor yapmaya. ** Bazen çok fazla somurtan insanla karşılaşıyorum gün içerisinde. Yüzü gülen birilerini görmek için Fitness’e gidiyorum. Önce antrenörler gülümseyerek karşılıyor. Sonra diğer kadınlar. Herkes birbirine selam veriyor. Öğle vardiyesinde olan antrenörler sonradan geliyor. Uzaktan ‚Merhaba‘ deyip sürü muamelesi yapmıyorlar. Tek tek yanımızdan geçip gözlerimizin içine bakarak gülümsüyorlar. ** Kimse kimseye “Yapamazsın, başaramazsın” demiyor. Kimse kimseyi iğnelemiyor. Kimse kimseye eksiklerini hatırlatmıyor. Kimse kendiyle alakalı problemlerini başkasına kusmuyor. Kimse kimsenin dış görüntüsünü bakışlarıyla küçümsemiyor. Ev kıyafetleriyle gelen de var, baştan aşağı marka giyinen de. ** Kimse bana “Neden başörtülüsün?” diye sormuyor. „Türk müsün?“ diye soran da yok. Ramazan’da susuz kalacağımı bilen antrenör „Çok sağlıksız yaptığın“ demiyor „Olsun, Ramazan’dan sonra devam edersin“ diyor. Ramazan sonrası „Nasıl hissediyorsun 1 ay oruç tuttuktan sonra?“ diye merak ediyor. Kimse aksanlı Almanca konuşan kadınlara “Mülteci misin?” diye sormuyor. Bazen dakikalarca Ukraynaca konuşuyor bir grup kadın. Farsça konuşuyor bazı kadınlar. Kafa sallayan da yok, parmak sallayan da. ** Bazı insanlar sınırları koruyor. Bazıları ise hemen muhabbete giriyor. Sporla başlıyor muhabbetler. Sonra iş hayatı, çoluk çocuk, ev işleriyle devam ediyor. Bazen ağır gelen annelik görevlerimden bahsediyorum. “Seni çok iyi anlıyorum” diyor karşımdaki anne. O da kendinden bahsediyor. Bazen kızını bırakacak yeri olmadığından yanında getiriyor. “Ben de torunuma bakıyorum. Beş dakika oturamıyorum yerime” diyor bir anneanne. “Biz de çocuk büyüttük, siz 2 çocuğa bakamıyorsunuz” demiyor hiç kimse. ** 50 yaş üstü kadınların muhabbetlerini dinliyorum. Bir kadınla karşılaşıyoruz arada. 58 yaşında. Müthiş pozitif enerji dağıtıyor etrafına. Anaokulunda çalışıyormuş son 5 senedir. Hiç komplekse kapılmadan “Ev hanımıydım ben. Önce çocuklarımı büyüttüm, sonra anneme baktım” diyor. Muhabbet çocukla devam ediyor. “Çok şükür 30 yaşındaki oğlumu evlendirdim geçen sene. İnşallah (Arapça söylüyor bunu) geri gelmez“ diyor. “Aaa bu bizim oğlunu evlendiren Ayşe Teyze değil mi diyorum” içimden. ** Crtsi sabah 10’da beni salondan çıkarken gören bir kadın „Ne güzel erkenden gelmişsin” diyor. “Kalktığımız gibi gelmezsem gelemiyorum ev işlerinden” dediğimde “Ev işleri bekleyebilir” diyor. Aaa aynı annem gibi konuştu diyorum. “Babaları yapar” dediğimde “Daha da iyisi! Bizim zamanımızda biz yaptıramadık!” diyor. Aaa şimdi de kayınvalidem gibi konuştu diyorum. ** 70 yaş üstü zengin kadınların muhabbetlerini de keyifle dinliyorum. Teyze yanındaki kadına anlatıyor: Geçen gün denedim Tesla’yı. Beğenmedim, almadım. Belki de ben kullanmayı beceremedim. ** Bir kadın duruyor yanımda. Ayaküstü muhabbet ederken kendinden bahsediyor: “Ben Makedonya’da Hukuk okudum. 11 sene Bakanlıkta çalıştım.” “Şimdi ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bir Huzur Evi’nin mutfağında çalışıyorum. Almanya’ya geldiğimden beri bedensel işler yapıyorum” diyor. “Bu konuyu muhakkak uzun uzun konuşmalıyız” deyip numaramı veriyorum. ** Spor salonundaki dayanışmayı izliyorum bazen. Kimsenin cesaret edemediği bir şey denemek istiyor bir kadın. “Galiba yapamayacağım” dediği yerde diğer kadınlar onu desteklemeye başlıyor sözleriyle. Tezahürat edenler oluyor. Kadın başardığında alkış kopuyor salonda. Wow! Kadını nasıl da kendine inandırdılar diyorum! ** Bir sene önce yeniden başladığım Fitness’e son üç aydır hergün gidiyorum. Kas geliştirmek, kilo vermek, forma girmek için gitmiyorum. Hiyerarşiden uzak kalmak istediğim için gidiyorum. Çevremdeki insanların mesleklerini, mal varlıklarını, pozisyonlarını duymadan ilişki kurmak istediğim için gidiyorum. Gülümseyen insan görmek istediğim için gidiyorum. Bir de herkes gibi stres atmak, zihnen rahatlamak, zinde kalmak için. Ve her gittiğimde, kendimi oraya ait hissediyorum.     (Fitness deyince aklınıza o koca koca salonlar gelmesin. Küçücük bir salonda, en fazla 15 kişinin bir çemberde (Zirkeltraining), 5 kişinin aletlerde (Ausdauertraining) spor yapabildiği bir ortam)     Post Views: 793

Weiterlesen »

Meryem’in tenis oynayamayan annesi

Dün oğlumu tenis oynarken izledim. Yanımda duran kızım da oynamak isteyince ‘Ben de oynamak istiyorum ama bak oynayamıyorum’ dedim. ‘Neden oynamıyorsun?’ dedi. Nerden başlasamki anlatmaya. Çıkışta antrenör kızla konuştuk. ‘Başörtülü olduğum için senelerdir tenis oynayamayacağıma inandım. Minik etek giymek zorunda mıyım?’ deyince ‘Tabiki hayır’ dedi. Konuşmaya şahit olan oğlum eve dönerken ‘Anne sen niye benim yaşımda tenise başlamamıştın?’ diye sordu. Nerden başlasamki anlatmaya.. ******** Bu sabah patenlere bindik, çıktık yola. 4 yaşındaki kızımın elinden tutuyordum. O sırada arabasıyla yoldan geçen 80 küsür yaşındaki komşum durdu: ‘Sen düşme ki çocuk da düşmesin’ dedi. ‘Çocuk düşmezse ben de düşmem’ dedim. Kızım ‘Neden öyle dedi?’ dedi. Nerden başlamasamki anlatmaya.. Evin yakınlarındaki Skater Park’a ulaştığımızda diğer komşumu gördüm. O da çocuklarıyla gelmiş. 40 küsür yaşlarında. ‘Cesaretin var mı burdan kaymaya?’ dedi. ‘Pek yok. Ama belki denersem aşarım korkumu’, dedim. ‘Benim de yok. Ben de hiç denemedim’, dedi. Konu patenlerden açılınca sporla devam etti. Kendisi Handball ile büyümüş. Şimdi de çocuklara antrenörlük yapıyormuş. ‘Biz maalesef sporla büyümedik’ deyince ‘Ama baban güreşçi değil miydi?’ dedi. Nerden başlasamki anlatmaya… Önce o başladı anlatmaya. Çocukluğunu, kendi çocuklarını anlattı biraz. Sonra antrenörlüğünü. Handball’a Türk, Arap kültürlerinden pek ilgi yokmuş. Neden Türk ailelerin Handball’a ilgisi olmadığını sordu. ‘Ben kendim Handball oynayabildim mi ki çocuğumu oynatayım?’ demek istesem de ‘Bu ilgisizliğin arkasında farklı farklı nedenler var. Ben mesela en son okuldayken Handball oynadım. Örtündükten sonra kulüblerde spor yapma imkanım olmadı’ dedim. Sonra o dönemin şartlarını konuştuk. Engellenen kızları. Bazı ailelerde engel anne babaydı. Anne baba özgür bıraksa, mahalle engelliyordu. Bazı başörtülü kızları ise öğretmenleri, spor kulüpleri engelliyordu. Basketbol kulübü başörtülü kızları maçlara çıkartmıyordu. Maça çıkartmayacağı kızları çalıştırmak istemiyordu. Okullarda bikini giyinmeyen kız çocukları yüzme derslerine katılamıyordu. Havuzlar zaten haşemaya izin vermiyordu. Bisiklet sürmek, paten kaymak Türk kültüründe ayıplanıyordu. Başörtümüzü çıkartsaydık kökten çözer miydik bu sorunu? Evet! Anında! Ama çıkartmadık. Mücadele ettik! Spordan uzak yetişmiş anneler de olsak, Tenis kulübüne ‘Mini etek giymek zorunda mıyım?’ diyecek kadar açıksözlü, Yüzme havuzunda haşemadan rahatsız olduğu için şikayetçi olan ninelere ‘Benden rahatsız oluyorsanız ben bu hafta hergün 14-16 arası burdayım. Haberiniz olsun’ diyecek kadar cesur, Çocuklarını antrenmanlara yetiştirecek, saatlerce maçlarını izleyecek kadar spor sevdalısı, Attığı her golde bağıracak kadar eğlenceli, ‘Acaba ben de bir gün topu atarken potada sallanabilir miyim’ diyecek kadar hedefe odaklı, Pozitif ruhlu, sportif ruhlara sahip kadınlar olduk. Birçoğumuzun kendi tercihi değildi spordan uzak kalmak. Ama şartlar değişti. Başörtüsü artık spor yapmaya engel değil. Babalar (istisnalar hariç) çocuklarının spor yapmasına engel değil. Eşler (istisnalar hariç) eşlerinin spor yapmasına engel değil. Mahalle hala engel de olsa, mahalleyi değiştirmek eskisi kadar zor değil. Yapılabilecek tek birşey var. Kabuğu kırmak! Kolay olmuyor o kabuğu kırmak! Bazen insan kendini ikna edemiyor! Bazen ikna ettiği yerde çevresi tekrar eski alışkanlıklarına dönmesi için ikna ediyor. Motivasyon kaynaklarına ihtiyacımız olabilir. Bir kaç motivasyon kaynağım var. Biri Stadtradeln. Diğerilerinden bir başka yazıda bahsederim. Stadtradeln’i duymuşsunuzdur. Bizim anaokulundan katılan 19 kişiden biriyim. Hedefim birinci olmak değil, motivasyonumu daim kılmak. Zaten birinci olmam mümkün değil. 20 gün oldu başlayalı.  Birinci sırada yer alan kişi 465 km yol yapmış bile. İkinci kişi 268 km, üçüncü kişi 250 km. Sizin spor hayatınız, alışkanlıklarınız ne durumda? Düzenli ise, nasıl düzene soktunuz? Düzenli değil ise, hangi engellere takılıyorsunuz?     Post Views: 662

Weiterlesen »