“Kendini nereye ait hissediyorsun?” diye soruyorum çevreme.
„Hiçbir yere” diyor biri.
Bir diğeri „Berlin’de büyüdüğüm mahalleye“ diye cevap veriyor.
“Hem Türkiye’ye, hem de Almanya’ya” diyenler çoğunlukta.
„Türkiyeyle hiçbir bağım yok benim“ diyor başka bir arkadaş.
Alman toplumundan nefret eden de var,
Türk toplumundan nefret eden de!
“Dünya insanıyım ben” diyor biri.
Yakın çevresine sadece Türkçe konuşan insanları alanlar da var, kayınvalidesiyle, eşiyle, çocuklarıyla dört beş dört dilli ilişkiler kuranlar da.
Çemberi daraltıyor bazıları.
“Kadın da olsam kadınların olduğu ortamlara ait hissetmiyorum” diyor.
„Özgür yaşıyorum ama özgürlük adı altında herşeyi deneyen insanlara ait hissetmiyorum kendimi“ diyor bir arkadaş.
“Başörtülüyüm ve dini sınırlarım var. Ne dindar cemaatlerde kabul görüyorum, ne de liberallerin arasında” diyor bir başka arkadaş.
Kimi bağlı olduğu tarikatı söylüyor, kimi cemaati.
Herkes bir şekilde bir yerlere ait, bir yerlerde yabancı hissediyor kendini.
Bugün bir arkadaşla konuşuyorduk bu konuları.
“Kendimi nereye ait hissediyorum biliyor musun?“ dedim.
„Spor salonuna”
Sağlık sıkıntılarım yönlendirdi beni spora.
Dinmeyen baş ağrılarım, kas, mide, bağırsak problemlerim, yaşadığım gündelik stres kısa sürede kayboldu gitti.
Daha da ötesi oldu.
Toplumda aradığım pek çok şeyi spor salonunda buldum.
Birbirini gören, dinleyen, anlayan, gülümseyen, eleştirmeyen, küçümsemeyen insanlarla karşılaştım.
İçinde yaşadığım toplumla karşılaştım aslında spor salonunda.
Farklı bir boyutta.
Kim, kimdir bilmiyorum.
Kimse bilmiyor.
Kim göçmen, kim burda doğmuş anlaşılmıyor.
Kimse de sormuyor.
Bazen kapıda duran arabalardan anlıyorum içerde zenginler olduğunu.
Bazen içeri bir kadın giriyor.
Herkes tanıyor onu.
İsmini Google’e verince anlıyorum politikacı olduğunu.
Kimse kimseyi parasıyla, akademik kariyeriyle, pozisyonuyla dövmüyor.
Kimse kimseye silik davranmıyor.
Herkes kalp atışlarıyla meşgul.
Herkes nefes nefese kalıyor.
Herkes zorlanıyor.
Bazen derin derin nefes alan, “ölüyorum” diyen teyzeler diğer teyzeleri güldürüyor.
“Kaç yaşındasınız?” diye soruyorum teyzeye.
“80 yaşındayım” diyor.
5 sene önce başlamış spor yapmaya.
**
Bazen çok fazla somurtan insanla karşılaşıyorum gün içerisinde.
Yüzü gülen birilerini görmek için Fitness’e gidiyorum.
Önce antrenörler gülümseyerek karşılıyor.
Sonra diğer kadınlar.
Herkes birbirine selam veriyor.
Öğle vardiyesinde olan antrenörler sonradan geliyor.
Uzaktan ‚Merhaba‘ deyip sürü muamelesi yapmıyorlar.
Tek tek yanımızdan geçip gözlerimizin içine bakarak gülümsüyorlar.
**
Kimse kimseye “Yapamazsın, başaramazsın” demiyor.
Kimse kimseyi iğnelemiyor.
Kimse kimseye eksiklerini hatırlatmıyor.
Kimse kendiyle alakalı problemlerini başkasına kusmuyor.
Kimse kimsenin dış görüntüsünü bakışlarıyla küçümsemiyor.
Ev kıyafetleriyle gelen de var, baştan aşağı marka giyinen de.
**
Kimse bana “Neden başörtülüsün?” diye sormuyor.
„Türk müsün?“ diye soran da yok.
Ramazan’da susuz kalacağımı bilen antrenör „Çok sağlıksız yaptığın“ demiyor „Olsun, Ramazan’dan sonra devam edersin“ diyor.
Ramazan sonrası „Nasıl hissediyorsun 1 ay oruç tuttuktan sonra?“ diye merak ediyor.
Kimse aksanlı Almanca konuşan kadınlara “Mülteci misin?” diye sormuyor.
Bazen dakikalarca Ukraynaca konuşuyor bir grup kadın.
Farsça konuşuyor bazı kadınlar.
Kafa sallayan da yok, parmak sallayan da.
**
Bazı insanlar sınırları koruyor.
Bazıları ise hemen muhabbete giriyor.
Sporla başlıyor muhabbetler.
Sonra iş hayatı, çoluk çocuk, ev işleriyle devam ediyor.
Bazen ağır gelen annelik görevlerimden bahsediyorum.
“Seni çok iyi anlıyorum” diyor karşımdaki anne.
O da kendinden bahsediyor.
Bazen kızını bırakacak yeri olmadığından yanında getiriyor.
“Ben de torunuma bakıyorum. Beş dakika oturamıyorum yerime” diyor bir anneanne.
“Biz de çocuk büyüttük, siz 2 çocuğa bakamıyorsunuz” demiyor hiç kimse.
**
50 yaş üstü kadınların muhabbetlerini dinliyorum.
Bir kadınla karşılaşıyoruz arada.
58 yaşında.
Müthiş pozitif enerji dağıtıyor etrafına.
Anaokulunda çalışıyormuş son 5 senedir.
Hiç komplekse kapılmadan
“Ev hanımıydım ben. Önce çocuklarımı büyüttüm, sonra anneme baktım” diyor. Muhabbet çocukla devam ediyor. “Çok şükür 30 yaşındaki oğlumu evlendirdim geçen sene. İnşallah (Arapça söylüyor bunu) geri gelmez“ diyor.
“Aaa bu bizim oğlunu evlendiren Ayşe Teyze değil mi diyorum” içimden.
**
Crtsi sabah 10’da beni salondan çıkarken gören bir kadın „Ne güzel erkenden gelmişsin” diyor. “Kalktığımız gibi gelmezsem gelemiyorum ev işlerinden” dediğimde “Ev işleri bekleyebilir” diyor. Aaa aynı annem gibi konuştu diyorum. “Babaları yapar” dediğimde “Daha da iyisi! Bizim zamanımızda biz yaptıramadık!” diyor. Aaa şimdi de kayınvalidem gibi konuştu diyorum.
**
70 yaş üstü zengin kadınların muhabbetlerini de keyifle dinliyorum.
Teyze yanındaki kadına anlatıyor:
Geçen gün denedim Tesla’yı. Beğenmedim, almadım. Belki de ben kullanmayı beceremedim.
**
Bir kadın duruyor yanımda.
Ayaküstü muhabbet ederken kendinden bahsediyor:
“Ben Makedonya’da Hukuk okudum. 11 sene Bakanlıkta çalıştım.”
“Şimdi ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bir Huzur Evi’nin mutfağında çalışıyorum. Almanya’ya geldiğimden beri bedensel işler yapıyorum” diyor.
“Bu konuyu muhakkak uzun uzun konuşmalıyız” deyip numaramı veriyorum.
**
Spor salonundaki dayanışmayı izliyorum bazen.
Kimsenin cesaret edemediği bir şey denemek istiyor bir kadın.
“Galiba yapamayacağım” dediği yerde diğer kadınlar onu desteklemeye başlıyor sözleriyle.
Tezahürat edenler oluyor.
Kadın başardığında alkış kopuyor salonda.
Wow! Kadını nasıl da kendine inandırdılar diyorum!
**
Bir sene önce yeniden başladığım Fitness’e son üç aydır hergün gidiyorum.
Kas geliştirmek, kilo vermek, forma girmek için gitmiyorum.
Hiyerarşiden uzak kalmak istediğim için gidiyorum.
Çevremdeki insanların mesleklerini, mal varlıklarını, pozisyonlarını duymadan ilişki kurmak istediğim için gidiyorum.
Gülümseyen insan görmek istediğim için gidiyorum.
Bir de herkes gibi stres atmak, zihnen rahatlamak, zinde kalmak için.
Ve her gittiğimde, kendimi oraya ait hissediyorum.
(Fitness deyince aklınıza o koca koca salonlar gelmesin. Küçücük bir salonda, en fazla 15 kişinin bir çemberde (Zirkeltraining), 5 kişinin aletlerde (Ausdauertraining) spor yapabildiği bir ortam)
Sen benim duamsın
Sen benim duamsın Geçtiğimiz günlerde mağazada eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok şaşırdım. Çok sevindim. Ayaküstü konuşup numaralarımızı verdik birbirimize. Bugün buluştuk. „O nasıl bir karşılaşmaydı öyle? Saniyelik bir andı.“ dedi. Aşağı inerken merdivenin kenarında görmüştüm onu. O an beş metre ilerde olsaydı görmeyecektim. Yirmi sene önce tanıştık. Yirmi dakika mesafede oturuyor, ara ara görüşüyorduk. İkimiz de yaşadığımız yerlerde kendimizi yalnız hissediyorduk. Çevremizde rol modellerimiz yoktu. İkimiz de okumak istiyor, yaşıtlarımızın ilgilenmediği konularla ilgileniyorduk. Sadece okul konuları değil. Göçmen kökenli çocuklar ve gençler, onların kişisel gelişimi, okul hayatı, problemleri, ihtiyaçları da giriyordu ilgi alanımıza. İkimiz de üniversite okumaya farklı şehirlere gittik. Ve bir gün koptu ilişkimiz. En son 2011’de görüşmüşüz. Seneler sonra o da benim gibi dönmüş büyüdüğü yere. Üç çocuğu olmuş. Annelik sürecini anlatırken sanki benim yaşadıklarımı anlatıyordu. Anne olduktan sonra hissettiklerimiz bile bekarlıktaki hislerimiz gibi aynıydı. „Ben ev hanımı olacak insan değilmişim“ dedi gülerek. Girdiği birçok ortamda tutunamamış. Konuşulan konular ilgisini çekmemiş. Eskiden olduğu gibi yine sık sık yalnız hissetmiş kendini. Ve bir gün yeniden üniversite okumaya karar vermiş. Aslında İslam Bilimleri mezunu. Bu kez öğretmenlik okumaya karar vermiş. Üniversitedeki ortam ona çok iyi gelmiş. Yeniden mezun olmak üzere. Ben de bazen sırf bu ortam için üniversiteye geri dönmek istiyorum. Bu sabah oturduk önce geçmişi, sonra toplumsal konuları konuştuk. Ben ona yaptığım işleri anlattım, o bana kendi yaptığı işleri anlattı. Dediki: ‘”Ben o günlerde senin bu konularla bir gün televizyona çıkacağına inanıyordum.” Ne kadar çok inanmışız birbirimize. Belki de birbirimize olan inancımızdı o günlerdeki motivasyon kaynağımız. Hala eskisi gibi capcanlı, cıvıl cıvıl. Hala çok idealist. Hala çok cesur. Öyle güzeldiki onunla muhabbet etmek. Enerjiyle doldum. Hiç bitmesin istedim bu sohbet. Sanki yirmi sene öncesine geri dönmüştük. “Sen benim duamsın”, dedim ona. “Seni kaybetmeyi hiç istemedim. Ama hayat şartları bir şekilde uzaklaştırdı bizi birbirimizden.” Çevremdeki insanları çok seviyorum. Bazılarını senelerdir yüzyüze göremiyor, sadece sosyal medyadan görüşüyorum. Ve her birinin “duam” olduğuna inanıyorum. Hayatıma duayla giren, duayla kalan insanlar. Eğer sen de yaşadığın yerde kendini yalnız hissediyor, Seni anlayacak, Ortak konuları konuşacak insanların özlemini çekiyorsan, dua et. Çok dua et. Belki seneler sürecek “Sen benim duamsın” diyeceğin insanla karşılaşman. Ama emin ol. Bir gün çıkıp gelecek. www.meryemundmaria.de Betül Özdemir Post Views: 33
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et
Ramazan’da Kindergarten’e kitap hediye et Bugün bloguma maddi destek olan biri “Abla inşallah Ramazan sadakası niyetine geçmiştir” dedi. İyiki hatırlattı Ramazan sadakasını. Eğer Kindergarten’e veya Grundschule’ye (ilkokul) giden bir çocuğunuz varsa bu sene Ramazan’da kitap hediye edebilirsiniz okulun kütüphanesine veya Kindergarten grubunuza. Çeşitliliği anlatan çocuk kitapları hala çok az. Bazı Kindergartenlerde ise Müslüman ailelerin hayatını anlatan bir tane bile kitap yok. Weihnachtsspende diye bir gelenek var zaten. Aileler noelde Kindergarten’e bir sürü oyuncak, kitap hediye ediyor. Müslüman aileler de Ramazan’da aynısını yapabilir “Ramadanspende” adı altında. “Acaba yanlış anlaşılır mı?”, “Acaba ne derler?” gibi düşüncelerle kendinizi negatif etkilemenize gerek yok. Kimse yanlış anlamaz, kimse de birşey demez. Tam aksine çok da memnun olurlar. Ailelerin en fazla söz hakkına sahip olduğu bir yer varsa orası Kindergarten. Diğer yandan, pedagogların, eğitmenlerin en önemli görevlerinden biri çocukları geleceğe hazırlamak. Biz şöyle yaptık: Ramazan yaklaştığında gruba haber verdim. “Ramadanspende” vermek istediğimizi ama neye ihtiyaçları olduğunu bilmediğimi söyledim. Bir kaç gün sonra geri döndüler. Oğlumun Kindergarten’i için şöyle bir oyun aldık: Hammerspiel Kızımın Kindergarten’i ise yeterince paten olmadığını söylemişti. Onlara da şöyle bir şey almıştık: Rollschuhe Bir sene sonra Ramazan’a dair kitaplara ihtiyaçları olduğunu söylediler. O günden beri her sene “Ramadanspende” olarak kitap hediye ediyorum. Bu sene son Ramazan hediyemizi verip ayrılacağız Kindergartenden. Şimdiye kadar hediye ettiğim kitaplar şunlar: Meryem feiert im Kindergarten das Ramadanfest Neele und Betül erleben den Ramadan Wir haben Ramadanpost, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen Wir basteln eine Gute Taten Box, in Rundumstark in allen Bildungsbereichen (bu sene hediye edeceğiz) (Son iki dergiye abone olmak gerekiyor. Tek bir dergi isteyenlere yazının yazarı olarak sipariş verebiliyorum.) Bunlar dışında Google’a “Ramadan Kinderbücher” yazarak farklı kitaplara ulaşabilirsiniz. Dattelbeere’nin Shop’unda da kitaplar bulabilirsiniz. Bu listede de sıraladığım kitap isimleri var: Linksammlung rundum den Ramadan Senelerdir tanıştığım bütün küçük çocuklu ailelere “Kindergarten’de çokkültürlü, çokdilli projeler yapıyorlar mı?” diye soruyorum. Bazı aileler bilmiyor. Bazı aileler “Hayır” diyor. Bazı aileler ise yapılanları yeterli bulmuyor. Yeterli bulmayan aileler Kindergarten’i destekleyip açıkları kapatabilir. Hediye edeceğiniz her kitap çocuklara okunduğunda çocuklar o konuları eğitmenleri ile konuşacak. Her kitap senelerce Kindergarten’de kitaplıkta duracak. Yirmi otuz sene sonra gelen çocuklara da okunacak. Sadece Kindergarten´e değil, şehrinizdeki kütüphanelere de hediye edebilirsiniz okunmasını istediğiniz kitapları. Kindergarten ve okullar kütüphanelerden de çok kitap alıyor. Hem onlar, hem de diğer aileler bir çok kitaba ulaşabilir Ramazan bağışınız sayesinde. Siz de bir gün torunlarınız olduğunda, kütüphaneye gider otuz sene önce hediye ettiğiniz kitabı elinize alır, torunlarınıza okur, bugünleri anarsınız onunla.. Post Views: 222
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor?
Kindergarten neden çokkültürlü/çokdilli eğitimi destekleyen projeler yapmıyor? Sabah Kindergarten’e girdim. Erzieherin(eğitmen) benimle konuşmak istediğini söyledi. Ramazan hazırlıklarına başlamışlar. Biraz projeden bahsetti. Benden bir tane seccade getirmemi rica etti. Benimle konuşan kişi Frau F. kültürel projelerden sorumlu. Öyle dışardan proje yapmaya gelen biri değil. Ekipten biri. Kindergarten ekipten üç kişiye bu görevi vermiş. Bütün grupları sırayla gezip onları dünyayla tanıştırıyorlar. Yaşadığımız yeri çocuklara tanıtan da onlar. Volkshochschule (Halk Eğitim Merkezi) ile ortak çalışmalar yapıyor, haftada bir gün kütüphaneye götürüyorlar çocukları. Şimdi de sırada cami varmış. “Caminin içi nasıl?” “Müslümanlar nasıl ibadet ediyor?” göstermek istiyorlarmış. Konuşmaya şahit olan kızımın gözleri parladı. “Soll ich dir zeigen wie man betet?” (Nasıl namaz kılındığını göstereyim mi sana?) Frau F.’in oğlu bu hafta annesine göstermiş nasıl namaz kılındığını. Okulda din dersinde bu sene bütün dinleri anlatıyorlarmış. Çok hoşuma gitti bütün dinlerin anlatılıyor olması. Dört sene boyunca böyle olsa ben de çocuklarımı din dersine göndermek isterdim. Hatta keşke din ve etik dersi çocukları bölmeden anlatılsa Drei Religionen Grundschule de olduğu gibi. Börek de yapacaklarmış Kindergarten’de. Frau F.’nin Türk kültürüne olan ilgisini anlamak için özel hayatında Türk kültüründe yaşayan arkadaşları var mı diye sordum. Yokmuş. 35 yaşındaki Frau F.‘nin bu kadar farklı kültürlere ilgisi olmasına rağmen göçmen kökenli arkadaşının olmaması yaşadığımız yerin geçmişini az çok anlatıyor sanırım. Her sene birşeyler yapıyorlar Ramazan’da. Geçen sene hurmalı kek yaptılar. Bir grup keki yapıp hediye paketlerine koyup diğer gruba hediye etti. Gruplar kendi aralarında bayramlaştı yani. Ondan önceki sene de Türkiyeyi anlattılar çocuklara. Ramazan davulu yaptılar birlikte. Kurban Bayramında kuzucuk yaptılar. Ve günlerce çocuklarla bu konuları anlattılar. Çünkü bütün çocukların toplumu tanımalarını istiyorlar. Hemen hemen her hafta yeni bir konu işliyorlar. Düşünün ne kadar çok konu işlendiğini. Ne zaman bir fotoğraf paylaşsam şu soruyla karşı karşıya kalıyorum: Bizim Kindergarten neden böyle şeyler yapmıyor? Pekçok nedeni var aslında. Bazı yerlerde personel tembel. Ekstra bir iş yapmak istemiyor. Bazı yerler ise kırk sene önceki sistemle çocuk bakmaya devam ediyor. Hala çocukları cezalandıran kurumlar var mesela. Bazı yerlerde göçmen kökenli çocukların taşıdığı zenginliğe değil, standard çocuk eğitiminde ‘normal’ görülmeyen yönlerine odaklanılıyor. Zaten çocuk Almanca bilmeden Kindergarten’e başlamışsa aile birçok önyargının kurbanı oluyor. Almanca bilmeyen çocuk bir de hareketli bir çocuksa o çocuğun dili, dini, kültürü değil problemli davranışları konuşuluyor. Diğer yandan böyle yerlerde iki ilgili aile varsa, on ilgisiz aile oluyor. İlgili aileler ilgisiz ailelerin arasında kayboluyor. Hatta ilgili aileler zamanla kurumda küçümseyici davranışlar gördüklerinde geri çekiliyor, mümkün olduğunca iletişim kurmamaya başlıyorlar. Onlar da geri çekilince “çokkültürlülük”, “çokdillilik” projeleri yalan oluyor. Çeşitlilik projelerini önemseyen ama harekete geçemeyen müdürler ise diğer problemleri sıralıyor: Bütçe yok. Personel yok. Var olan personel hastalanıyor. Aynı anda bir kaç personel hastalandığın açığı kapatmak için gruplar birleştiriliyor. Çocukların birçoğu Almanca bilmiyor. Personel diğer kültürlere ilgi duymuyor. Göçmen kökenli personel bile yeni fikirler getirmiyor. Destek olan aile ya yok ya da çok az. Bunlar da benim gözlemlerim: 1-Çocuklarına Almanca öğretmeyen aileler bu görevi Kindergarten’e bırakıyor. Gruplarda Almanca bilmeyen çocukların sayısı arttığında ekip motivasyonunu kaybediyor ve ekstralarla uğraşmıyor. 2-Alman kültürüne ilgisiz davranan, etkinliklere katılmayan aileler, kendi yaşadıkları kültürün de önemsenmemesine neden oluyor. 3-Ailelerin bir kısmı “Vielfalt”, “Diversity”, “Inklusion”, “interkulturelle Erziehung”, “interreligiöse Erziehung” gibi terimlerin ne manaya geldiğini anlamıyor veya önemsemiyor. 4-Bazı aileler için 2-6 yaş dönemi çok da önemli bir dönem değil. Kindergarten’i oyun parkı gibi görüyor. Duvarda asılı mektuplar dışında hiçbir şeyden haberi olmuyor. Hatta bazı ailelerin o mektuplardan da haberi olmuyor. 5-Göçmen kökenli aileler “çeşitlilik” konusunda Kindergarten’i desteklemiyor. Bazı kurumlarda sadece Ramazan Bayramında şeker, kek, poğça gönderiyor aileler. Bu da yeterli değil. 6-Bundan 15-20 sene önce yaşanmış olaylar bugün yaşanmış gibi anlatılıyor etrafa. Bir başkasının olumsuz tecrübesinden olumsuz etkilenen aile kendine şans tanımıyor. “Zaten yapmamışlar, zaten yapmayacaklar” deyip geri çekiliyor, talep bile etmiyor. 7-Bazı ailelerde yanlış anlaşılma korkusu var. Belki de dışlanma veya kendini ifade edememe korkusu. 8-Bazı aileler Kindergarten‘de farklılıklarının dikkat çekmesini istemiyor. Ama evde çocuklarına “Biz Alman değiliz, Türküz” , “Biz onlar gibi değiliz” gibi cümleler kuruyorlar. Onlar kim, biz kim? Madem “onlar” gibi değil çocuk, neden Kindergarten’de “onlar” gibi? Toplumda sürekli “onlar” gibi olan çocuk, sürekli uyum sağlayan çocuk bir gün “Ben kimim?” dediğinde bu soruyu nasıl cevaplayacak? Tiktok’ta gençler bu konularda dertleşiyorlar birbirleriyle. Dinlemenizi tavsiye ederim. 9-Bazı kişiler kendi görüşlerini başkalarının görüşlerinden daha değersiz görüyor. Çocuğunun gelişiminde Kindergarten tarafından eksik bırakılan kısımları görse bile dile getiremiyor. Hele bir de konu din ve dil ise. Küçümsenmekten ve dışlanmaktan korkuyor belki de. (Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Lütfen siz de ekleyin gözlemlerinizi yorumlara.) Her ne kadar aileler kendilerini “Biz Türkler”, “Biz Müslümanlar”, “Biz göçmenler” gibi gruplaştırsa da aslında onları bu etiketler birleştirmiyor. İlle etiketleyeceksek şöyle etiketleyelim: İlgili aileler, ilgisiz aileler Aktif aileler, aktif olmayan aileler Değişim isteyen aileler, değişim istemeyen aileler Konuşan ama harekete geçmeyen aileler, konuşan ve harekete geçen aileler “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler, “Banane ya” diyen aileler Aşağıdaki kısım “Ben neler yapabilirim?” diyen aileler için… Ben neler yapabilirim? “Benim Almancam iyi değil” deyip geri çekilmenize gerek yok. Bazen davranışlarınızla da anlatabilirsiniz önemsediğiniz şeyleri. Kindergarten’in önemsediği ve sizin önemsediğiniz özel günlerde çocuklara birşeyler götürebilirsiniz. Zamanla ekip önemsediğiniz günleri fark ediyor ve daha hassas olmaya başlıyor o günlerde. Ramazan’da “Ramazan bağışı” yapabilir, Bu konularda kitaplar hediye edebilirsiniz. Bütün etkinliklere katılmalı, yardım etmeli, diğer ailelerle tanışmalısınız. Tanıştığınız herkes fikirlerinizden haberdar olacak. Bazı insanlar “Hiç böyle düşünmemiştim” diyor anlattıklarınızı duyunca. Zaten genelde küçük çocuklu ailelerle konuşulan konu “çocuk eğitimi” oluyor ve bir şekilde konu çokdilliliğe, çokkültürlülüğe geliyor. İnsanlar merak ediyor evde ne yiyip içtiğinizi 🙂 Mümkünse Elternbeirat’a (Aile Birliği) girin. Ben girmedim çok yoğun olduğum için. Sosyal medya paylaşımlarıyla gündem ediyorum önemsediğim konuları. Önceden Instagram’dan, şimdi Whatsapp’den. Siz de sosyal medyayı kullanabilirsiniz gündem etmek istediğiniz konularda. Motivasyonunuzu kaybetmemek için sosyal medyadan bu konuları gündem eden kişileri takip edebilir, çevrenizle fikir alışverişi yapabilirsiniz. Bizim Kindergarten kapıya bir kutu koymuştu. Herkese çocukların evde yaşadığı kültür ve konuştuğu diller sorulmuştu. Biz de yazıp attık kutuya. Belki müdürünüze bu fikri anlatabilirsiniz. Bir de size önemsediğiniz noktalar sonulduğunda muhakkak önemsediğiniz bütün konuları yazın. Örneğin şöyle: Mehrsprachigkeit, interkulturelle/interreligiöse Erziehung, Medienkompetenz, Resilienz, Inklusion. Diğerlerini (Selbstkompetenz, Sozialkompetenz, Sachkompetenz etc.) zaten her Kindergarten
Sen Fasching mi kutluyorsun?
Voriger Nächster Sen Fasching mi kutluyorsun? Almanya‘da bugün karnaval kutlamaları sona erdi. Bugün Aschermittwoch. Bir çok kişi bugünden itibaren Ostern’a (paskalya) kadar oruç tutacak. Kimi et yemeyecek, kimi çikolata. Kimi alkolden uzak duracak, kimi şekerli içeceklerden. Kimileri ise sosyal medyadan ayrılacak. Karnaval döneminde neler oldu? İşyerinde başladım karnaval kutlamaya. Grup çalışması yaptığım kadınlara karnavalı anlattım. Meğer hiçbiri bilmiyormuş detayları. Sadece kostüm giyildiğini biliyorlar. İlk karnaval kutlamalarına kızımın yaşlarında (4-5 yaşlarında) katıldım. Babamın güreş kulübünde. Her anı hatırlamasam da annemin eliyle ördüğü beyaz etek ve kazağı hatırlıyorum. Hem kardeşimin üzerinde, hem de benim. Sanırım bizim kostümümüz oydu. Gözümün önüne geliyor bir sahne: Salonda müzik çalıyor. Çevremdeki insanlar gülümseyerek birbiriyle konuşuyor. Gülümseyenlerden biri de babam. Biz çocuklar sandalyelerin etrafında dönüyoruz. Bir de kendi etrafımda dönüyorum. Eteğim dönsün diye. Müzik durduğunda sandalye kapıyoruz. Hiç kostüm giymesem de kızımın kostümlerine olan ilgim buradan geliyor belki de. Yeter ki o etek dönsün. Kinderfasching “Mümkünse evden çıkmak istemiyorum” dediğim bir dönemde karnaval geldi. Önce günlerce “Çocuklarla kutlamaya gitsek mi, gitmesek mi” diye düşündüm. Oğlumun gelmeyeceği zaten belliydi. Kızım ise kostüm giymeyi, kostüm giyen arkadaşlarıyla dans etmeyi seviyordu. Kızımı Kindergarten’den aldım. Kutlamanın yapılacağı salona yürürken içimden geçen ses: “Eve gidelim dese de eve gitsek.” Girdik içeri. Kapıda oturan amcayı gördüğümde yanımda para olmadığını hatırladım. Hiçbir zaman yanına para almayan biri olarak önce kendime kızdım: “Yanında para taşımayı öğren artık” Sanırım bu öğrencilikten kalma bir alışkanlık. İnsan o kadar alışıyorki cüzdanının boş olmasına. Diğer yandan Paypal ve banka kartıyla ödemek bana daha pratik geliyor. O an eşimi arayıp ‘Bize para getir’ derken arkadaşım Diana ile gözgöze geldim. Hemen kalktı ayağa. Bana para verdi. İçeri girdik, yer yok. Oğlu dans pistinde olduğu için onun yerine oturttu beni. Kına gecelerine geç gelip çocukların yerini kapan teyzeler gibi hissettim kendimi. O da kına gecelerine erkenden gidip sandalyeleri çanta ve ceketlerle dolduran teyzeler gibi kutlamaya başlama saatinden 30 dakika önce gelmiş. Hemen aç olup olmadığımızı sordu. Yanımda para olmadığını bildiği için “Yemekleri birlikte alırız” dedi. Bu anı yaşamak, bana bir kez daha farklı kültürlerle ilişki kurmanın hiç de zor olmadığını hatırlattı. İstese beni görmemezlikten gelebilir, uzaktan el sallayıp kalkmayabilir, borç vermeyebilir, yanındaki sandalyeyi çocuğuna ayırmaya devam edebilir, kendi imajını düşünüp başörtülü bir kadınla yanyana oturmak istemeyebilir, yemeğimi ödeme teklifinde bulunmayabilirdi. Sonuçta çocuklarımız üzerinden tanışmıştık. Kindergarten’den ayrılan çocuklarımızla birlikte yollarımız da ayrılabilirdi. Ama o irtibatımızın kopmaması için sürekli mesaj yazıp “Bu hafta görüşelim mi?” demeye devam etti. Bu şekilde ilişkimiz altı seneyi devirdi. Para konusunda „Arkadaşsınız olacak o kadar“ diyeceksiniz belki de. Geçmiş senelerde bu motivasyonla verdiği borçları geri alamamış biri olarak “Bir zahmet böyle arkadaşlık olmasın” diyeceğim bu sözünüze. Herkes borcunu ödesin:) 2 Euro bile olsa. Zor durumda istenen para başka, karşı tarafın ısmarladığı kahve başka, karşılıklı sırayla ödenen hesaplar başka. Masaya oturduğum gibi verdiği borcu Paypalla ödedim. Önce 2 Euro. Sonra içecek için yeniden 2 Euro. “Du bist einfach zu digital” (Çok dijitalsin) dedi bana. Arkadaş kedi olmuş. Diğer anneler ise aslan, kaplan. “Ben kostüm giymedim. Yeterince dikkat çekiyorum zaten başörtümle” dedim, güldüler. Yine koca salonda tek başörtülü kadın bendim. Ama kendimi hiç tuhaf hissetmedim. Kimse somurtmadı. Kimse “Bunun ne işi var burda” der gibi bakmadı. Zaten bir çok aileyi spor kulüplerinden, müzik okulundan, Kindergarten’den tanıyordum. Sadece gülümseyen ve birbiriyle iletişim kuran yüzler gördüm. İnsan yaşadığı yerde ne kadar çok ortamlara girip çıkıyor, ne kadar çevresiyle iletişim kuruyorsa o kadar oralı oluyor aslında. Ve ne kadar oralıysa o kadar sosyal hayata dahil oluyor. Çünkü girip çıkacağı yerlerde tek başına bir masada oturmayacağını biliyor. Ki tek başına da oturabilmeli insan. Çocuklar pistte sahne gösterilerini izledi, biz ise dakikalarca sağlıklı beslenme, spor, sosyal aktivite ve okul muhabbetleri yaptık. Bir ara dans hakkında konuştular. Pek ilgi alanıma girmediği için onlar konuştu ben dinledim, dans kültürüm gelişti. Sonra dans pistine çıkıp kızımla arkadaşlarını izledim. Sık sık evimize gelen kızlar hepsi. Kindergarten’de son seneleri. Bazı kızlarla ayrılacak yolları. Bazılarıyla bir kaç sene daha devam edecekler birlikte olmaya. Sonra? Acaba nereye kadar devam edecek arkadaşlıkları? Çevremde herkes “Ergenliğe kadar” diyor. “Sonra kendileri gibi insanlar arayacaklar çevrelerinde” diyorlar. “Kendileri gibi” olan gençler nasıl gençler olacak? Acaba çokkültürlü ve çokdilli yetişen gençler mi “Kendileri” gibi olacak yoksa Türkçe konuşan Müslüman gençler mi? Acaba bizim yaşımıza geldiklerinde ne hissecekler? Nasıl hatırlayacaklar bu günleri? Ben hala kendimi 5 yaşında dans pistinde diğer çocukların koluna girmiş bir çocuk gibi hissediyorum. Farklı din ve kültürlerle iletişim kurduğumda hayatta kalıyorum. Ama ne zaman yaşadığım ülkenin kültürel etkinliklerime dahil olsam Müslüman çevremden birileri çıkıp “Sen Fasching mi kutluyorsun?”, “Sen Halloween mi kutluyorsun?”, “Sen Weihnachten mi kutluyorsun?” diye soruyor. Ben insan ilişkilerimi kutluyorum. Betül Özdemir www.meryemundmaria.de Post Views: 259
“Biz Halloween kutlamıyoruz”
“Biz Halloween kutlamıyoruz” Haftaya Halloween. Yine her yerde karşıma kötü kötü bakan kabaklar, iskeletler, hayaletler çıkıyor. Çevremde birkaç aile büyük Halloween partilerine hazırlanıyor. Bizim Halloweenle yıldızımız hiç barışmadı. O yüzden hiç hazırlık yapmadım. Taa ki iki sene öncesine kadar… Halloween’de zil çaldı. Kapıda duran iki kız: “Süßes oder Saures?” Allahım ne vericem şimdi ben bu çocuklara? Evinde pek şeker çikolata bulundurmayan biri olarak artık ne bulduysam verdim. Oysa kapımızda da bir kabak da yoktu. Sonra anladımki, bizim sokakta kimsenin kapısında kabak yokmuş. Ne yapsın çocuklar, kabak olsa da olmasa da zile basacaklarki şeker toplayabilsinler. Oğlum okula başlayınca Halloween’de kapı kapı gezildiğini öğrendi. İkinci sınıfta o da arkadaşları gibi şeker toplamak istedi. Kostümünü giydi ve çıkmadan şöyle dedi: Ama anne ayıp değil mi zile basıp şeker istemek? Kardeşiyle tek başına gitmeye cesaret edemeyince “Aa bakın teyzeniz gelmiş. Hadi teyzenizle gidin.” dedim. Kendim gitmek istemedim. Sanırım kendim gibi hazırlıksız, mahcup olacak bir komşuyla karşılaşmaktan çekindim. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Pek çok komşu hazırlıksız yakalandığını söylemiş. Hatta bir komşumuz şöyle demiş: “Biz Halloween kutlamıyoruz.” Aaa dedim bu ben. Yani iç sesim. Ben kapıya gelen çocuklara bunu demesem de diyenler varmış. Komşum Müslüman değil. Göçmen kökenli değil. Yaşlı da değil. Çocukları 6. ve 1. sınıfta olan bir baba. Çok yakından tanımıyorum kendisini. Sadece akademik başarılarından haberim var. Profesör olmak üzere. Çocukları olmasına rağmen dahil olmuyorlar Halloween kutlamalarına. İstese bir paket şeker alamaz mıydı o akşam? Alırdı. Ama kökten çözüyor meseleyi. “Biz Halloween kutlamıyoruz” ne demek? Önümüzdeki senelerde de kapımıza gelmeyin demek 🙂 Kaba mı? Değil bence. Çünkü herkes herşeyi kutlamak zorunda değil. Çocukların bunu görmesi de iyi oldu. En azından “Biz neden Weihnachten (noel) kutlamıyoruz?” sorusuna verdiğim “Çünkü herkes herşeyi kutlamıyor” cevabının pratikteki versiyonunu görmüş oldular. Her ne kadar Halloweenci bir anne olmasam da geçen sene zile basacak çocuklara hazırlık yaptım. Sadece iki çocuk geldi. Bizim sokağın yarısı yaşlı, yarısı ise çocuklu. Çocuklu aileler ya Halloween kutlamıyor ya da o akşam evde değiller. Bu sene ise özel paketler hazırlamadım. Marketten üzerinde kabak resmi olan çubuklu çikolata aldım. Halloween’de oğlum sınıf arkadaşının evindeki partiye davetli. Kızım ise haftasonu Kindergarten arkadaşlarının gideceği partiye gidecek. Çocuklar küçükken kararı ben veriyordum. Ama artık onlara soruyorum. „Kostüm giymek istiyor musun?“ “Arkadaşın davetiye gönderdi. Partiye katılmak istiyor musun?” “Arkadaşların sokakta şeker toplayacakmış. Sen de toplamak istiyor musun?” Her ne kadar Halloween’i sevmesem de, çocukların Halloween dönemine eşlik ediyorum. Halloween’i neden sevmiyorum? Çünkü benim için hiçbir anlamı yok. Halloween geleneği inancımla örtüşmüyor. Çünkü kaldıramıyorum. Başım ağrıyor kokular, görüntüler, sesler birbirine karışınca. Kalabalıktan baş ağrısıyla ayrılıyorum. Çünkü kostüm almaktan bıktım. Şimdiye kadar Fasching’de kostüm alıyordum çocuklara. İki senedir Halloween çıktı bir de başıma:) Oğlum hala çirkin sembolleri sevmediği için Fasching’de giyebileceği kostümler giyiniyor Halloween’de. Geçen sene Spiderman kostümü giydi, bu sene de Power Ranger kostümü giyecek. Çünkü jelatinli şekerleri ayırmaktan bıktım. Geçen sene topladıkları şekerleri önce koltuğa döktürler. Yiyemeyecekleri şekerleri ayırdık. Yerine dolaptan alternatifler koydum. Çünkü semboller çok çirkin. Bilinçaltıma çirkin görüntüler yerleştirmek istemiyorum. Mesela şuan gözlerimi kapattığımda çirkin çirkin bakan bir kabak görüyorum. Çünkü günlerdir çirkin Halloween süslerini izliyorum sağda solda. Oysa gözlerini kapattığında denize vuran güneş ışığını izleyen, dağlara kollarını açan, şelale seslerini dinleyen, bedenime çarpan rüzgarı hisseden biriyim. Yaşam kaynaklarımla olan bağımın farklı görüntülerle zedelenmesini istemiyorum. Süslenmek üzere ziyan edilen kabaklar canımı acıtıyor. Halloween dekorlarını bir kutuya kaldırıp her sene kullanan insanlar olsa da çevremde, her sene yeni alanlar da çok. Eskiler nereye gidiyor? Çöpe atılmadığını ümit ediyorum. Kul hakkında girildiğini düşünüyorum. Herkesin dahil olmadığı bir kutlamaya herkes dahil ediliyor. Arabaları ketçap mayoneze bulamak kul hakkı. Birbirini korkutmak kul hakkı. Oğlum 4 yaşındayken gezmeye gittiğimiz şehirde Halloween kutlayanlar sokaktaydı. Yanımızdan geçen Scream maskeli biri eğilip oğlumu korkutmuştu. Ağlayınca çok öfkelenmiştim. Bu nasıl bir eğlence şekli? **** Çocuklar Halloween’in gerçek manasını henüz bilmiyor. Birçok çocuğun da bildiğini düşünmüyorum. Zamanla öğrenecek ve Allah’a inanan insanlar olarak kendimizi kostüm giyerek hasbi ruhlardan korumadığımızı anlayacaklar. Şuanda onları çeken şey, 1) Arkadaşlarıyla eğlenmek 2) Şeker, çikolata toplamak Bazı anne babalar bu tarz alışkanlıkların çocuklarına zarar verdiğini düşünüyor. Bazı anne babalar ise sadece eğlence olarak görüyor. Herkes farklı düşünüyor Halloween hakkında. Herkes farklı kararlar alıyor. Çokkültürlü, çokdinli, çokdilli bir toplumda yaşıyoruz. Çokkültürlü yetişmiş aileler baskın bir kültürle yetişmiş aileler tarafından yargılanmamalı. Baskın bir kültürle yetişmiş ailelerin korkuları çokkültürlü aileler tarafından ayıplanmamalı. Almanya’da sosyalleşmiş Türkiye kökenli insanlar, Türkiye’de sosyalleşmiş insanlarla kıyaslanmamalı. Birbirimizin yaşam tarzlarına ve tercihlerine saygı duymak zorundayız. Kutlamak isteyen kutlasın, kutlamak istemeyen kutlamasın. UPDATE! Bugün 31 Ekim 2023 Çocukların Halloween kutlamaları bitti. Neler oldu bu akşam? Oğlum ve kızım Power Rangers kostümleri giydi. Oğlum 17’de arkadaşının evindeki partiye gitti. Parti yapan annenin ricası üzerine Halloween kurabiyeleri hazırladım çocuklara. Oğlum döndüğünde önce evde oyun oynadıklarını, sonra yolda yürüyüş yaptıklarını anlattı. 12 çocuk, 4 yetişkin. Zile bastıkları pek çok ev şekerlerin bittiğini söylemiş. Pek şeker toplayamamışlar. Yolda korkunç kostümlü yetişkin insanlar görmüş. Eve geldikten sonra odasında tek başına yatmak istemedi. Halloween’in en sevmediği kısmı korkunç kostümlermiş. Benim de.. Kalan bir kaç kurabiyede de sanatsal çalışmalar yaptım:) Kızım çok sevdiği bir arkadaşını davet etti. Babasıyla birlikte geldiler. İki kız ve babalar çıktılar dışarı. Bu kez bizim sakin sokakta değil, hareketli sokaklarda yürümüşler. Bir sürü şekerle döndüler eve. Döktük bütün şekerleri masaya. Jelatinlileri ayırdık. Geriye neredeyse üçte biri kaldı. Fotoğrafı Whatsapp’de paylaştım. Bir kaç anne ‘Biz de ayırdık jelatinlileri, geriye hiçbir şey kalmadı’ yazınca, bir anneye şöyle yazdım: Seneye arabayla Müslüman ailelere götürücem çocukları. Bazı konularda çözüm yolu bulmalıyız. Çocuklarımız Halloween’de şeker toplamak istiyorlarsa toplasınlar. Ya her sene eve getirdikleri şekerleri ayırmakla uğraşacağız ya da Halloween’e dahil olan Müslüman çevremizin zilini çalacağız. En azından çocukların poşetlerine yiyebilecekleri şeker, çikolatalar girmiş olur. En azından her sene jelatinli şeker ayırmak ve çocuklara tekrar tekrar “Bunu yemiyoruz. Bunu da yemiyoruz. Bunu da, bunu da, bunu da yemiyoruz.” demekten kurtuluruz. Kızım şekerlerle eve geldikten sonra Halloween heyecanı bitti. Hemen çıkartmak istedi kostümünü. Misafir kızımız zaten kostüm giymemişti. Onunla oyun oynadılar. Jelatinli şekerleri koymuşlar kapının önüne. Üzerine bir not yazmış misafir kız. Bir süre gelecek çocukları beklediler. Ama kimse gelmedi 🙂 Giderken jelatinli şekelerini yanında götürdü. Sınıfında arkadaşlarına
“Entegre olmamız lazım”
“Entegre olmamız lazım” Almanya’ya 20 sene önce göçmüş bir anneyle toplumsal konuları konuşuyorduk. Farklı inançlar, farklı diller, farklı kültürlere mensup ailelerde yetişen çocukları, toplumda kabul gören ve görmeyen noktaları konuşurken “Entegre olmamız lazım” dedi. “Birlikte yaşamayı öğrenmemiz lazım.” dedim. Hepimiz bir yerlerde karşılaşıyoruz bu terimle. Herkes farklı hissediyor, farklı yorumluyor. Benim için pek de bir şey ifade etmiyor “Entegrasyon” Bürokratik işlerini tek başına halledebilen biri entegre olmuştur Almanya’ya. Müslüman olmak, Göçmen kökenli olmak, Başörtüyle sokağa çıkmak, Çocuklarla Türkçe konuşmak, Çocuklara mantı, sarma yedirmek, Weihnachten (noel), Ostern (Paskalya) kutlamamak, İnandığın değerleri yaşamak entegrasyona engel değil. Arkadaş seçimi, ortam seçimi, yemek seçimi ise kişisel tercihler. “Entegrasyon” dayatmasıyla yapılabilecek tercihler değil. Türkçe konuşan insanlar Türkçe konuşan insanların arasında kalıyorsa, o ortamlarda Türk mutfağından yemekler pişiriliyorsa, onları entegre olmamakla suçlamak yerine, seçimlerini anlamaya çalışmak gerekiyor. Belki de dikkate alınmadıkları için girmiyorlar farklı ortamlara. Belki de ortamlar yeterince renklenmediği için. Belki de soru cevaplamaktan bıktıkları için. Bir tanıdığım anlatıyor. Müslüman değil kendisi. Büyük bir program yapmışlar yaşadıkları yerde. Dernek çorba hazırlamış davetlilere. Çorbanın içinde tavuk olunca Müslüman misafirler yememiş. Dernekteki arkadaşlara “Bu çorba tavuksuz olmuyor muydu?” demiş. “Madem bir arada yaşamak istiyoruz, birbirimizi dikkate almak zorundayız” dedi. Onun gibi düşünen pek çok insan olsa da toplumda, düşünmeyen de hayli fazla. Bu durumda geriye üç seçenek kalıyor: 1) Dikkate alınmadığın ortamlardan uzaklaşmak. 2)Dikkat çekmeyen konuların dikkat çekmesini sağlamak. 3)Ortama uyum sağlamak. Ben ikinci seçeceği seçen birçok kişiden biriyim. Girip çıktığım her ortamda dikkat çekmeyen konuları gündem ediyorum. Gündem ettikten sonra hala önemsenmiyorsa gitmiyorum. Ama genelde önemseniyor. Neler önemsendi şimdiye kadar? Beslenme şeklimiz Çocuklar 3 yaşından beri arkadaşlarının doğumgünlerine katılıyor. İlk davette açıkladım beslenme şeklimizi. Sadece domuz eti yemediğimizi ve alkol kullanmadığımızı düşünen pek çok kişi bu şekilde “Helal beslenme” ile tanıştı. Namaz vakti Oğlumun arkadaşlarının anneleri her hafta akşam namazı vakti evde buluşmak istiyordu. Önce saatini değiştirmeye çalıştım. Olmadı. Sonra açıkça dedim ki: Ben bu saatte namaz kılıyorum. Ya sizin evinizde de namaz kılıcam ya da biz kışın katılamayız bu buluşmalara. Arkadaş “Nerede istersen kılabilirsin” dedi. Ramazan Ayı Aslında Ramazan ayını evinde sakin geçirenlerdeniz. Ama çocuklar için olabildiğince gündem ettim Ramazan’ı sosyal medyada, Kindergarten’de ve okulda.. Çok da olumlu geridönüşümler aldım. Diğer yazılarda anlattığım için tekrar anlatmıyorum. Mahremiyet Bir arada geçirdiğimiz vakitlerde çocuklar WC’ye girdiğinde kapıları açabiliyor, birbirlerinin yanında pantolonlarını indirebiliyordu. Her anneyi bu durum rahatsız etmese de ben fikrimi söyledim: Tuvaletin kapısını açmayın lütfen. Bu şekilde oyun oynanmaz. Bazı tercihlerimi anlamakta güçlük çeken arkadaşlar bazen “Çok baskı yapmıyor musun?” dediler. “İki yaşından önce çocuğuna şeker vermemek de baskı o zaman. Altı aylık bebeğe dondurma versen yer. Ama vermiyoruz. Öğle yemeği yerine cips yemek isteyen çocuğumuza da cips vermiyoruz. İlerde kendi tercihlerini kendi yapacak. Ama şuan annesi olarak yaşam tarzımızı öğretiyorum. Bize de ailelerimiz öğretti. Demekki baskı yapmamışlarki biz hala önemsiyoruz böyle şeyleri.“ İslami konular nadiren masamıza konu oldu. Ben ilgisiz davranınca çok uzamadan kapandı. Genelde iş hayatımızı, dünya ve Almanya gündemini, ortak değerleri, çocukların hayatlarında olan şeyleri konuşuyoruz. Bazen göçmen kökenli olmak, Müslüman olmak insanın içinde “Kendimi anlatmalıyım” duygusu oluşturuyor. Kimse kimseye kendini anlatmak, sorulan soruları cevaplamak zorunda değil. Karşılıklı oluyorsa olabilir. Kimse bir başkasının yaptığı hatanın yükünü üzerine alıp “Aslında biz Müslümanlar öyle değiliz” açıklamalarına girmek zorunda değil. Hayatımıza giren insanlar da buna şahit oluyor zaten. Çevrem beni tanıyarak önyargılarını aştı, Ben de onları tanıyarak önyargılarımı aştım. Karşılıklı saygı gösteriyoruz hayatlarımıza. Beslenme konusunda beklediğim anlayışı, çocuklarına birşey yedirmeden önce onlardan izin alarak ben de onlara gösteriyorum. Fotoğraf çekmeden önce “Fotoğraf çekebilir miyim?” deyip izin alıyorum. Çocuklarını dijital yetiştirmeyen aileler geldiğinde aletleri ortadan kaldırıyorum. Glutensiz beslenene glutensiz kek yapıyorum. Asitli su içenler için (biz içmesek de) asitli su alıyorum. Kafeinsiz kahve içenlere kafeinsiz kahve, süt kullanmayanlara bitkisel sütler alıyorum. Birlikte geçireceğimiz saatlerde ne yapacaksak ona göre onların da fikrini alıyorum. Ben onların fikrini aldıkça, onlar da benim fikrimi alıyor. Hassasiyetlerini dile getiremediklerini söyleyenler soruyor: “Nereden geliyor bu cesaret?” Gerçekten bilmiyorum. Kendine sürekli soru soran biriyim. Sanırım kendime verdiğim cevaplar cesaretimi arttırıyor. İsterseniz siz de sorabilirsiniz bu soruları kendinize: Ben kimim? Beni ben yapan ne? Nasıl yetiştim, nasıl geliştim? Nasıl sosyalleştim? Toplumdaki rolüm ne? İnsanlar benim hakkımda ne düşünüyor? Düşüncelerimi etkileyenler kimler? Ben kendim hakkında neler düşünüyorum? Herkesin yaşadığı çevre, karşılaştığı problemler farklı. Biz Müslümanlar hakkında çok olumsuz konuşulmayan ama ona rağmen yeterince dikkate alınmayan bir yerde yaşıyoruz. Belediye başkanımıza göre göçmen kökenliler şehre geldiği günden beri yerellerle iyi anlaşıyor. Bazı yerlerde toplum birarada yaşadığı için ilişki kurmak daha kolay oluyor. Bazı yerlerde ise tam tersi. Post Views: 481
beni rahatlatan bir yazı oldu 🙂 Ne zaman okuyup bitirdim anlamadım bile. Eline ve yüreğine sağlık ♡
Bugünlerde sorgulagim konalara vurgu yapmissiniz sanki….
Degerlerimizi kaybettikten sonra maddiyetin öne gectigi zamanlar….
Toplam adına ne yapabiliriz, neslimize neler kazandirabiliriz konusunun gecmedigi ve dertlenilmedigi muhabbetler, kuru kalabaliklar….
Sanırım benim de bi ortam degistirmeye ihtiyacım var.
Yüreginize elinize sağlık, paylaşmaya devam edin lütfen Betül hocam.