Dün oğlumla konuşurken ‘Nintendo’yla oynamıyorsan ben oynayacağım’ dedim.
‘Sen oynamasını bilmiyorsun ki’ dedi.
‘Ben çocukken kaç kez kurtardım o prensesi sen biliyor musun?’ dedim.
Sonra dönüp eşime ‘Küçücük çocuk bile teknik bilgime güvenmiyor. Neden yapabildiğim şeyleri görmüyorsunuz?’ dedim. O da beni daha çok kızdırmak için ‘Niye ki? Bence pilavı güzel yapıyorsun.’ dedi.
Sonra iki arkadaşla iş muhabbeti yaptık. Konu iş görüşmelerine geldi. İkisi de şöyle diyor: Eskisi gibi değilim artık. Hak ettiğim maaşı iş görüşmelerinde konuşabiliyorum.
İkisi de güçlü özelliklerinin, yapabilecekleri işlerin farkında.
Ve bunu dile getirebilecek kadar kendilerinden eminler.
Neden ‘eskisi gibi değilim artık’ dediler?
Onları zayıf düşüren neydi? Güçlendiren ne?
Ne değişmişti hayatlarında?
Peki siz nasılsınız?
Neler değişti iş hayatınızda?
***
Ne zaman başladınız çalışmaya?
Neden çalışıyorsunuz?
Neler yaptınız?
Hak ettiğiniz maaşı aldınız mı?
Kimler destekledi sizi?
Kimler engelledi?
Ne kadar inandılar size?
Ne kadar güvendiler?
Ne kadar genişti çalışma alanınız?
Kreatif yönünüz ne kadar kullanıldı?
Fikirleriniz ne kadar dinlendi?
Ne kadar uygulandı?
Fikir hırsızları var mıydı mesela?
Nasıl mücadele ettiniz onlarla?
***
Hayatta kaç kez ‘Sen oynamasını bilmiyorsun ki’ sözlerini duymuştuk acaba?
Benim değerlendirmem aşağıda.
Siz de anonim bir isimle yorumlarda paylaşabilirsiniz.
16 yaşında başladım ben çalışmaya (Tabi 14-15 yaşlarında anneme eşlik ettiğim işleri saymazsak).
Babam ameliyat sonrası işsiz kalmıştı. Ehliyet alabilmek için az da olsa çalışmam gerekiyordu.
Kasiyerlik yapabileceğime inanıyordum. Bilgisayarın klavyesini kullandığım kadar hızlı kullanabilirdim kasayı. Bir marketin sahibiyle görüştük. Bunu patrona anlatmama rağmen aldı beni kasaba koydu.
“Sen oynamasını bilmiyorsun ki” demişti adeta bana.
Uzun bir süre sonra kasiyerliği layık görse de,
Uzun bir süre güvenmemişti bana.
Güçlü gördüğüm bir yönümü ilk iş hayatımda yıkmıştı.
Taa ki kriz anına kadar.
Acil kasiyere ihtiyaç duyulduğu bir gün hızımı görmüş, görevimi değiştirmişti.
Ben ise ehliyetimi aldıktan sonra bırakmıştım kasiyerliği.
19 yaşındayım.
Telefon hatlarını açtığımız bir şirkette çalışıyorum. Üç gün çalıştığım için bir masam bile yok. O gün kim yoksa onun yerine oturuyorum. Bazen herkes olduğu için oturacak bir yer bulamıyorum. Haftanın beş günü çalışsam aynı haklara sahip olacak, aynı değeri göreceğim. Ama çalışmıyorum. Çalışmadığım için de hak etmiyorum(!)
20 yaşındayım.
Bir anaokulunda çalışıyorum. Manen büyük bir çöküş yaşadığım bir dönem olduğu için detayları pek hatırlamıyorum.
24-25 yaşlarındayım.
Üniversite öğrencisiyim.
Yanısıra haber yazıyor, yazdığım haberler karşılığında cüzi bir ücret alıyorum.
Haberlerin yanında fotoğraf da gönderiyorum.
İnsanlar çektikleri fotoğrafları bile satarken ben ‘Bu benim hobim’ diyerek kandırıyorum kendimi.
CV’me fotoğrafçılıktan anladığımı yazmak bile gelmiyor aklıma.
Değersizleştirilen bu yönümü bir de ben değersizleştiriyorum.
Sonra bir gün geliyor.
Sosyal medyada karşıma ‘Profesyonel fotoğrafçılar’ çıkıyor.
‘Herkes hangi ara profesyonel fotoğrafçı oldu ki?’ diye soruyorum kendime.
Ah diyorum.
Sen oynamasını bilmiyorsun ki!
25 yaşındayım.
Gazetede çalışıyorum.
Girip çıkmadığım ortam yok.
Türk film festivallerine gidiyorum.
Parlıyorum salonda.
Öyle simli elbiselerle değil.
Başörtümle parlıyorum.
Gözleriyle yiyor bazı insanlar beni.
Fuarlara gidiyor,
Bakışlara maruz kalsam da
cesurca uzatıyorum ses kaydı cihazını insanların ağzına.
Emniyet müdürleriyle röportaj yapıyorum.
Gözlemlerimi çevreme anlatmak istiyorum.
Tesbitlerimi paylaşmak, ortak çözümler üretmek istiyorum.
‘Bu poğaçaları nasıl bu kadar yumuşak düşürdün?’ sorusuyla başlayan muhabbetler ‘Pasta siparişi alıyor musun?’ sorusuyla bitiyor.
Başörtülü kadınların daha arka planda kaldığı, bırakıldığı bir dönemde atılan cesur adımlar konu bile olmuyor kadınlar arasında.
Ah diyorum yeniden.
Sen oynamasını bilmiyorsun ki!
29 yaşındayım.
Çalışma hayatına kısa bir mola veriyorum.
İlk kez bebeğimi alıyorum kucağıma.
Ebem oğlumu sünnet ettirdiğimi duyunca vicdanımı sızlatacak şeyler söylüyor.
Hemen bir gözlem, bir analiz..
Müslüman bir ebem olsaydı sünnetle alakalı böyle konuşur muydu?
Kendimi bu kadar kötü hisseder miydim?
Keşke Müslüman ebelerin sayısı artsa.
Beynimde yine planlar, projeler:
Kimler ebe olabilir?
Kadınlara nasıl ulaşabilir,
Nasıl teşvik edebiliriz acaba?
İnsan bulduğum yerde bunları konuşmak istiyorum.
Ne konuşuyoruz peki?
Emiyor mu? Uyuyor mu? Doyuyor mu?
30 yaşındayım.
Almanca kurslarında Almanya’ya yeni gelen insanlarla tanışıyoruz. Tanıştıkça yaşadıkları problemleri tesbit ediyor, yeni yeni projeler çıkartmaya çalışıyoruz ortaya.
Yapılan yardımları sosyal medyada paylaşıyorum. Paylaştıkça yardımlar artıyor.
Sonra bir uyarı geliyor çalıştığım kurumdan: Bundan sonra paylaşma.
Herhangi bir açıklama gelmiyor.
‘Bana güvenmiyor musunuz?’ diyemiyorum.
Ama bugün içimden aynı sözler geçiyor: Sen oynamayı bilmiyorsun ki.
İş hayatımda ikinci dönem başlıyor: Güçlenme Dönemi
30 yaş sonrası
Almanca kursları
Medya projesi
derken iki yeni iş yeri, üç yeni patron.
Sonra
2 sene annelik izni
Ardından yeni bir patron
Patronların verdiği Feedback’ler sayesinde kendime yeniden inanmaya başladığım dönem 30 yaş sonrası.
Şöyle diyor patronum yaptığımız bir konuşmada:
Bazı insanları kontrolle çalıştırırsınız. Bazı insanları ise kontrol etmeye gerek yoktur. Onlar zaten görevlerinin farkındadır. Kendi kendilerine organize olur, hedeflerine odaklanırlar. Maalesef böyle insanların işyerlerinde sayısı çok az. Keşke sayıları artsa da işverenler kontrol etmek zorunda kalmasa.
Bu konuşmanın ardından gittim Linkedin hesabımı güncelledim.
Nasıl gariban kalmış son on sene öyle.
Çatır çatır yazdım yapabildiğim işlerimi.
Başörtülü kadınlarız diye daha kaç sene işyerlerinde kendimizi anlatmak zorunda kalıcaz?
Daha kaç sene cevaplayacağız
‘Excel kullanmayı biliyor musunuz?’
sorusunu
Girsin baksınlar Linkedin’e.
(Eski patronum Katja´yı anlattığım yazı burda)