Kendimi yalnız hissediyorum

Almanya’nın farklı şehirlerinden, hatta dünyanın farklı ülkelerinden insanlarla görüşüyorum senelerdir.

Hemen hemen hergün.

Hemen hemen herkes aynı şeyi söylüyor:

Kendimi yalnız hissediyorum!

İzole bir yaşam sürdükleri için değil,

İlgilerini çekmeyen ortamların, muhabbetlerin bir parçası olmak zorunda kaldıkları için yalnız hissettiklerini söylüyorlar.

Hepsi sosyal insanlar.

Hayatları insanların içinde geçmiş.

Hala da öyle.

Çevreleri kalabalık.

Telefon rehberlerinde yüzlerce insanın telefon numarası var.

Sosyal medya hesapları hakeza.

300-500 kişi var listelerinde.

Ama iç dünyalarında yalnızlar.

‘Sadece bir kişi istiyorum. Bir kişi olsun hayatımda beni anlayan’ diyor bir arkadaş.

‘Gereksiz konulara vakit ayırmak istemediğim için uzaklaştım kalabalık gruplardan’ diyor bir başka arkadaş.

‘Keşke kimseye faydası olmayan muhabbetlerle vakit öldüreceğimize birbirimizi geliştirecek konular konuşsak’ diyen var.

‘Kötü gün dostu istemiyorum, iyi gün dostu istiyorum’ diyen de.

Şöyle sözler duyuyorum diğerlerinden:

‘Girip çıktığım her ortamda para konuşuluyor. Boğuluyorum.’

‘Tek konuşulan konu Türkiye ve siyaset.’

‘Yemek tarifi konuşmak istemiyorum.’

‘Okuduğum kitapları konuşabileceğim bir çevrem yok’

‘Sadece Almanların olduğu ortamlarda hissettiğim yabancılığı sadece göçmenlerin olduğu ortamlarda da hissediyorum’

 

Herkes bir şekilde kabullenmiş yalnızlığını.

Herkes bir şekilde kendine bir çözüm yolu bulmuş.

Kimileri çevresindeki insanlarla anı yaşıyor,

İç dünyasında yalnız kalmaya devam ediyor.

Kimileri ise tamamen kopmuş insanların olduğu ortamlardan.

‘Bana hiçbir getirisi yok bu ilişkinin.’ diyor

Evde dizi izliyor, film izliyor, kitap okuyor.

Mutfakta yeni yeni tarifler deniyor.

Spor yapanlar var.

Göl, nehir kenarlarında yalnız yürüyenler var.

Bahçesindeki meyve sebzeyle dertleşenler var.

Sosyal medya fenomenlerini kendine arkadaş edinenler bile var.

Halinden memnun olan da var, olmayan da.

Halinden memnun olmayanlar hala bir arayış içinde.

Yeni yeni insanlarla tanışıyorlar.

Bazı yeni tanışmalar derin dostluklara,

Bazıları ise hayalkırıklıklarına dönüyor.

 

Herkes gibi ben de zaman zaman kendimi yalnız hissediyorum.

Bazen bir ortamda konuşulan konu ilgimi çekmediğinde yerdeki karıncaları, gökyüzündeki bulutları izliyorum.

Bazen kulaklık takıyorum.

Zaten muhabbetin muhattabı ben değilim.

Sadece o an o ortamda olmam gerektiği için ordayım.

 

İç dünyamı anlatamadığım, karşımdaki insanla derin bir muhabbet kuramadığım buluşmalar arttığında içimdeki yalnızlık büyüyor.

Pek çok metod denedim ilişkilerimde.

Şöyle bir çözüm buldum kendime birkaç sene önce:

Anlaşıldığımı hissettiğim, ortak konulara ilgi duyan kişileri sosyal medyada bir listede topladım.

Şuan Whatsapp’de.

Geçen sene Instagram’daydı.

Seneye nerde buluşuruz bilmiyorum 🙂

Listedeki isimler ara ara değişiyor.

Ortalama 30 kişi var.

Dünyanın farklı ülkelerinde yaşıyorlar.

Annem de var, yengem de.

Arkadaşım da var, arkadaşımın çocuğu da.

Instagram’da herkese açık kullandığım hesabımda tanıştığım insanlar da, çocukluk arkadaşlarım da.

60 yaş üstü de var, 18 yaş altı da.

Ev hanımı da var, kariyer yapan da, akademik çalışmalar yapan da.

Bebekli depresif anneler de var :=)

Kimseyi etiketlerine göre seçmedim.

Tek bir amacım vardı:

Çevremle irtibatta kalmak ve muhabbet etmek.

Muhabbete dahil olmak isteyen herkese açtım paylaşımları.

Sesi soluğu çıkmayan herkese kapattım.

 

Ne paylaştım? Ne paylaşıyorum?

Gündelik hayatımda karşıma çıkan olayları.

Bazen bahçedeki salatalıkla yaptığım muhabbeti paylaşıyorum.

Bazen toplumda gördüğüm yanlışları.

Bazen hayalini kurduğum toplumu.

Bazen özel paylaşımları.

Bazen gelen mesajlardan ekran kaydı alıyorum. Öyle güzel mesajlar geliyor ki.

Ortanca paylaşmıştım bir gün. Onu alabilmek için 2 ay Cafe’de kahve içmediğimi söyleyince şöyle bir yorum gelmişti:

 

Sosyal medyada kendime kurduğum küçük dünya içimdeki yalnızlığı dindirdi.

Kimse bana ‘Nasılsın?’ diye mesaj yazmıyor artık.

Podcast gönderiyor.

Kitap kapağı gönderiyor.

Yazı gönderiyor.

Youtube videosu gönderiyor.

Ve altına şöyle yazıyor:

Bunu bir dinle/oku/izle sonra üzerine konuşalım.

Bazen 10-15 dakikalık sesli mesajlar geliyor.

Mesaj şöyle başlıyor: ‘Yine bir şey yaptım. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Senin fikrini merak ediyorum.’

Herkes birbirinin düşüncelerinden istifade ediyor.

Bir odada toplanıp ilgimizi çekmeyen konularda muhabbet etmek yerine,

internette konuların etrafında toplanıyoruz.

Pek çok pozitif etkisini gördüm bu metodun.

En önemlisi;

Hayatımda olan insanları okumak (burdaki yazıda anlattığım gibi) ufkumu geliştirdi.

Belki seneler öncesinde kalsaydı bu ilişkiler,

Birbirimizi bu kadar anlamayacak,

Birbirimizin tecrübelerinden faydalanamayacaktık.

 

Bazen bulunduğumuz ortamlar fırsat vermiyor ilişkilerimizi derinleştirmeye.

Bazen grup ilişkileri izin vermiyor.

Bazen öne çıkan kimlikler izin vermiyor.

Bazen etiketler izin vermiyor.

Bazen takıntılar izin vermiyor.

Sosyal medyada ise kontrol kendi elimizde.

Ortama uyum sağlamak zorunda değiliz.

Muhabbeti yönetmek kendi elimizde.

İlgi duymadığımız konulardan uzaklaşmak kendi elimizde.

 

Kendinizi gerçekten yaşadığınız yerlerde yalnız hissediyorsanız kendinize sosyal medyada küçük bir dünya kurabilir, insanları iç dünyanıza misafir edebilirsiniz.

Önce herkese açık paylaşabilirsiniz ilginizi çeken konuları.

Gelen yorumlar rahatsız ediyorsa küçültün listeyi.

(Beni yorumlardan çok sessiz izlenmek rahatsız ediyor.)

Emin olun en az 5 kişi bulacaksınız ortak konular konuşabileceğiniz.

Onların da yalnızlığına merhem olacak bu paylaşımlar.

 

‘Ne paylaşayım ki?’ diyorsanız eğer,

Zihninizde anlam bulan herşeyi.

‘Keşke şuan biri olsa da şu konuyu konuşsak’ dediğiniz herşey.

Zamanla muhataplarınızı daha iyi tanıyacaksınız.

Ortak konularınız olacak.

 

Sevdikleriniz uzakta olabilir.

Senelerdir görüşmüyor olabilirsiniz.

Ama yalnız değilsiniz.

Sizi seven, sizi anlayan, sizinle aynı dili konuşan insanlar var.

Yapmanız gereken tek şey onlara ulaşmak.

Yıldızlarını seç!

Yıldız ziyaretleri yapıyorum bu aralar. Yıldız muhabbetini bilmeyenler soruyor. “Yıldız ziyareti de neyin nesi?”   Sosyal medyada özel bir listem var. „Canım Yıldızlarım” adını verdim bu listeye. „Birlikte geliştiğim insanlar“ listesi aslında. İnternette kendime kurduğum dünyada yer alan insanlar. Bu yazıda anlatmıştım o dünyayı: Offline dünyanda sen sen değilsen!   Neden yıldız? Yıldız ne alaka? Aslında Instagram’da çıktı bu isim ortaya. Yıldızlı paylaşımları görenler „Yıldız“ oldu. Zamanla farkettim ki, hiç de yanlış bir ifade değilmiş. Yıldız listemle olan ilişkimi, Geceleri gökyüzüyle kurduğum ilişkiye benzetiyorum. Gün bittiğinde, Zihnimdeki değerlendirmeler, sorgulamalar başladığında, Yıldızlar belirmeye başlıyor gökyüzünde. O ana sadece onlar şahit oluyor. Bazen bir kaç yıldız, Bazen onlarcası. Bazen ise hiçbiri gözükmüyor.    Zihnimi meşgul eden konuları sosyal medyaya taşıyorum. Aynı konulara kafa yoran insanlarla buluşuyorum. Bazı gecelerde kulluğumuzu sorguluyoruz. Bazı gecelerde insan ilişkilerimizi. Bazen sistemsel isyanlarımızı haykırıyoruz. Bazen ise halimize gülüyoruz.   Yıldız listemi ordan oraya taşıyorum. Önce Instagram’a, sonra Whatsapp’e. Şimdi ise bloga taşınıyorum. (Sen de bir yıldız olmak istiyorsan buradan bloga üye olabilirsin)   Yıldız listemin hayatıma sağladığı katkıyı her buluşmada anlatıyorum. Herkesi yıldız listesi kurmaya teşvik ediyorum. Çevremde pek çok kişinin yıldız listesi var zaten. Hepsi de çok memnun listelerinden. Kullanmayanlar ise nereden başlayacaklarını bilmiyor. Eğer sen de onlardan biriysen, burdan sonraki kısmı senin için yazıyorum. Öncelikle kendine şu soruyu sor: Sosyal medyayı nasıl kullanıyorum?   Eğer sosyal medyayı pasif kullanıyorsan yıldız listesine ihtiyacın olmayabilir. Çünkü yıldız listesi oluşturabilmek veya bir yıldız listesine girebilmek için aktif bir kullanıcı olman gerekiyor. (Tabi bu biraz irtibatta olduğun kişiye de bağlı. Herkesin yıldız listesi kriteri farklı)   Aktif bir kullanıcı olduğunu düşünüyorsan; ilgini çeken her konuda paylaşım yapabilirsin. Zamanla paylaşımlarına ilgi duyanlar kendini gösterecek. Bu isimleri yıldız listene al. 100 kişi de olabilir aldığın isimler, 10 kişi de. Zaten değişecek arada listen. Zamanla önemsediğin noktaları fark edecek, isimleri ona göre seçeceksin.     Benim listeye aldığım isimlerde aradığım özellikler şunlar: 1) Sosyal medyayı çevresiyle iletişimde kalmak için kullananlar. 2) İnsan ilişkilerine önem verenler. 3) Yargılamak yerine anlamaya çalışanlar. 4) Birbirinin sınırlarına girmeyenler. 5) Bıktırmayanlar. 6) Kendine köle aramayanlar. 7) Başkasının yaşantısına müdahale etmeyenler. 8) Birbirini destekleyenler. 9) Çıkar ilişkisinden uzak kalanlar. 10) Ortak konulara ilgi duyanlar. 11) Enerji yemeyenler. 12) Aşırı duyarlı insanlar Peki yıldız listesine giremeyenlere ayıp olmuyor mu? Bilmem, oluyordur belki. Oluyorsa söyleyin :=) , Offline dünyamızdaki ilişkilerimiz de böyle değil mi? Herkesle her konuyu konuşuyor muyuz?Konuşmuyoruz! Herkes, her şeye, her ana şahit oluyor mu? Olmuyor! Bazen aynı ortamı paylaştığımız onlarca insanla bile aynı anlara şahit olamıyoruz. Yan masada yapılan espriye yan masada oturanlar gülüyor sadece. Yıldız listesi de böyle birşey işte. O an o masada kimler varsa onlarla sohbet ediyorsun.   Sosyal medya artık hayatımızın merkezinde. Merkezinde kalmaya devam edecekse şunu kabul etmemiz gerekiyor: Herşeyi görmek, herşeyden haberdar olmak zorunda değilim! Herşeyi görmemek zihni koruyan bir metod aslında. Yıldız listesi oluşturmak bir başka metod. Sessize almak bir başka metod. Diğer metodları bir başka yazıda konuşalım. Sen önce bir yıldız listesi oluştur kendine. Gökyüzünde buluşup muhabbet edelim seninle… ****   Blogda yaptığım çalışmalara destek olabilirsiniz: DESTEK OL! Post Views: 452

Weiterlesen »

Seni okumaya geldim..

Kendimle buluştuğum günlerden biri. Cafedeyim. „Ne içersin?“ dedim kendime. „Kahve alayım“ dedi. „Nasıl hissediyorsun şuan kendini?“ diye sordum. Başladı anlatmaya.    Güneşle birlikte doğdum güne. Gün içerisindeki en büyük hedeflerden biri belki de bu. Çevremle birlikte güne başlamak. Karga geliyor her sabah bahçeye. Bakışıyoruz. “Günaydın arkadaşım!” Kuşlar başlıyor cıvıl cıvıl ötmeye. “Ooo şenlik var sizin mahallede!” Horoz sesleniyor yan bahçeden. „Sana da günaydın garaş!” Karıncalar çıkıyor yuvasından. Sessiz bir gecenin ardından, Hayat yeniden başlıyor. Herkes görevinin başında, Herkes bir işle meşgul. Dakikalarca gökyüzünü izliyor, bulutların gelmesini bekliyorum. İlk görünen bulutta “çok şükür” diyorum. Çok geçmeden hüzün kaplıyor içimi. Gelen bulut bir kaç dakika sonra gidiyor. Dünyayı durduramıyorum. Zamanı durduramıyorum. Ölümü hatırlıyorum o an.   Acaba ne kadar vaktim kaldı bu dünyada? Neler yapabilirim kalan vaktimde? Neler üretebilir, Neleri değiştirebilirim? Değiştiremediğim şartlara nasıl uyum sağlayabilirim?   Bazen kitap okuyorum güneş doğarken. Bazen çevremi kitap gibi okuyorum. Bu sabah da öyle bir sabahtı. Arkadaşımdan gelen sesli mesajları sesli kitap gibi okudum. Anlaşılmıyor olmaktan, iç dünyasındaki yalnızlıktan bahsetmiş. Denize benzettiğim yalnızlığımdan bahsettim ona. “Şiir defterime yazıcam bu cümleleri” dedi. “İlk kez şiir defterime bir misafir konuk olacak” dedi. Allahım nasıl güzel bir yorum! Misafir oluyorum ona. Bedenimle değil, ruhumla.   Sabah sabah derinleştim onun mesajıyla. Düşüncelere daldım yine. Çevremde herkes kitap gibi. Onları dinlemek kitap okumak gibi. Kitabı yayınlanmamış yazarlar her biri. Bazen ekran kaydı alıyorum yazdıkları mesajlardan. Basılmasa da, seneler sonra fotoğraflarıma baktığımda tekrar karşıma çıksın bu yazı istiyorum. Bazen not defterime taşıyorum mesajı. Bazen kendime bir yazı yazıyorum. Bazen paylaşıyorum yazıyı, bazen paylaşmıyorum.   Çevrem benim kitaplığım aslında. Sık sık fikrine ihtiyaç duyduğum isimleri gündelik okuduğum kitapların arasına koyuyorum. Mutfakta usta olanlar bir rafta. Dünyayı iyi tanıyanlar bir rafta. Psikolojik konular bir rafta. Sosyolojik konular başka bir rafta. Bilimsel konular, yeni trendler, dijital dünya, Gen Z, Gen Alpha, Gen Boomer derken raflarım birbirinden farklı kitaplarla şekil alıyor. Her bir rafta hayat hikayeleri var. Bazen ağlıyorum onların hayatlarını okurken, bazen kahkhalarla gülüyorum, Bazen cesaretlerinden, Bazen pişmanlıklarından ders alıyorum. Riske girmeyi sevenler heyecanlandırıyor beni. Pes etmeyenler güçlendiriyor. Birşeyleri ilk kez deneyenler motive ediyor.   Kimler yok ki kitaplığımda?Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım, hayatlarına ‘Abla’ olarak alanlar, iş hayatımda karşıma çıkan insanlar, gönüllü işlerde tanıştığım hayatlar, spor kulüplerindeki ilişkilerim, çocuklarımın arkadaşlarının aileleri. Mücadele var. Motivasyon var. Direnç var. Dram var. Başarı var. Başarısızlık var. Sabır var. Ümit var.   Bir de memnun olmadığım ilişkilerim var kitaplığımda. ‘Zorunlu ilişkilerim’ adını taşıyan rafta yerini alanlar. Elimin pek ulaşmadığı yere koyuyorum. Mecbur kalmadıkça okumuyorum.   Bir de okurken sıkan kitaplar var. Deniyorsun deniyorsun bir türlü ilerlemiyor. Bir kaç sene veriyorum aramızdaki ilişkiye. Değişmiyorsa çıkartıyorum kitaplığımdan. Seneler sonra tekrar denemek üzere kartona koyuyorum. Çünkü bazı karşılaşmaların yanlış zamanda olduğunu düşünüyorum. Kitabı kartona koyarken ‘Belki de benim seni okuyabilmem için önce kendimi okumam ve gelişmem gerekiyor. Belki de senin kendini okuman gerekiyor.’  diyorum.   Senelerdir dokunmadığım kitaplarım da var kitaplığımda. Hayatıma almış, öylece bırakmışım bir kenarda. Yeni kitaplarıma odaklanmış, eskilerin hayatıma kattığı değeri unutmuşum. Belki de artan kitap sayısı arasında kaybolup gitmişler. Bir gün seni okuyacağım diye diye seneler geçmiş. Okuyamamışım. Buluşamamışım onların fikir dünyasıyla.   Yeniden okumaya başladığım kitaplar da var. On sene önce anlamadığım kitapları daha iyi anlıyorum bazen. Bazen on sene önce anladığım kitapları bugün anlamıyorum. Yeniden kararlar alıyor, kitaplığımdaki yerini değiştiriyorum. Buluştuğum her insana içimden ‘Seni okumaya geldim’ diyorum. Bana öyle şeyler anlat ki, Burdan ayrılırken ikimiz de ‘İyi ki gelmişim.  İyi ki vaktimin iki saatini seninle geçirmişim’ diyebilelim. Dünyanın dört bir yanında insanlar hak mücadelesi verirken, acı çekerken, yaşadığımız toplumda üzerimize almamız gereken sorumluluklar varken, oturup kalkıp konuşacağımız konular sulu börek, temizlik, onun bunun hayatı olmamalı.   Sen nasıl oluşturuyorsun çevreni? Kitaplığında kimler var? Kim, ne katıyor ilişkine? Kiminle gelişiyor, kimlerle yerinde duruyorsun? Kimler dinliyor seni? Kimler susturuyor? Kimler dalıyor seninle denizin dibine? Kimler denizin kıyısında bekliyor?   Post Views: 991

Weiterlesen »

Kendini nereye ait hissediyorsun?

“Kendini nereye ait hissediyorsun?” diye soruyorum çevreme. „Hiçbir yere” diyor biri. Bir diğeri „Berlin’de büyüdüğüm mahalleye“ diye cevap veriyor. “Hem Türkiye’ye, hem de Almanya’ya” diyenler çoğunlukta. „Türkiyeyle hiçbir bağım yok benim“ diyor başka bir arkadaş. Alman toplumundan nefret eden de var, Türk toplumundan nefret eden de! “Dünya insanıyım ben” diyor biri. Yakın çevresine sadece Türkçe konuşan insanları alanlar da var, kayınvalidesiyle, eşiyle, çocuklarıyla dört beş dört dilli ilişkiler kuranlar da. Çemberi daraltıyor bazıları. “Kadın da olsam kadınların olduğu ortamlara ait hissetmiyorum” diyor. „Özgür yaşıyorum ama özgürlük adı altında herşeyi deneyen insanlara ait hissetmiyorum kendimi“ diyor bir arkadaş. “Başörtülüyüm ve dini sınırlarım var. Ne dindar cemaatlerde kabul görüyorum, ne de liberallerin arasında” diyor bir başka arkadaş. Kimi bağlı olduğu tarikatı söylüyor, kimi cemaati. Herkes bir şekilde bir yerlere ait, bir yerlerde yabancı hissediyor kendini. Bugün bir arkadaşla konuşuyorduk bu konuları. “Kendimi nereye ait hissediyorum biliyor musun?“ dedim. „Spor salonuna” Sağlık sıkıntılarım yönlendirdi beni spora. Dinmeyen baş ağrılarım, kas, mide, bağırsak problemlerim, yaşadığım gündelik stres kısa sürede kayboldu gitti. Daha da ötesi oldu. Toplumda aradığım pek çok şeyi spor salonunda buldum. Birbirini gören, dinleyen, anlayan, gülümseyen, eleştirmeyen, küçümsemeyen insanlarla karşılaştım. İçinde yaşadığım toplumla karşılaştım aslında spor salonunda. Farklı bir boyutta. Kim, kimdir bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Kim göçmen, kim burda doğmuş anlaşılmıyor. Kimse de sormuyor. Bazen kapıda duran arabalardan anlıyorum içerde zenginler olduğunu. Bazen içeri bir kadın giriyor. Herkes tanıyor onu. İsmini Google’e verince anlıyorum politikacı olduğunu. Kimse kimseyi parasıyla, akademik kariyeriyle, pozisyonuyla dövmüyor. Kimse kimseye silik davranmıyor. Herkes kalp atışlarıyla meşgul. Herkes nefes nefese kalıyor. Herkes zorlanıyor. Bazen derin derin nefes alan, “ölüyorum” diyen teyzeler diğer teyzeleri güldürüyor. “Kaç yaşındasınız?” diye soruyorum teyzeye. “80 yaşındayım” diyor. 5 sene önce başlamış spor yapmaya. ** Bazen çok fazla somurtan insanla karşılaşıyorum gün içerisinde. Yüzü gülen birilerini görmek için Fitness’e gidiyorum. Önce antrenörler gülümseyerek karşılıyor. Sonra diğer kadınlar. Herkes birbirine selam veriyor. Öğle vardiyesinde olan antrenörler sonradan geliyor. Uzaktan ‚Merhaba‘ deyip sürü muamelesi yapmıyorlar. Tek tek yanımızdan geçip gözlerimizin içine bakarak gülümsüyorlar. ** Kimse kimseye “Yapamazsın, başaramazsın” demiyor. Kimse kimseyi iğnelemiyor. Kimse kimseye eksiklerini hatırlatmıyor. Kimse kendiyle alakalı problemlerini başkasına kusmuyor. Kimse kimsenin dış görüntüsünü bakışlarıyla küçümsemiyor. Ev kıyafetleriyle gelen de var, baştan aşağı marka giyinen de. ** Kimse bana “Neden başörtülüsün?” diye sormuyor. „Türk müsün?“ diye soran da yok. Ramazan’da susuz kalacağımı bilen antrenör „Çok sağlıksız yaptığın“ demiyor „Olsun, Ramazan’dan sonra devam edersin“ diyor. Ramazan sonrası „Nasıl hissediyorsun 1 ay oruç tuttuktan sonra?“ diye merak ediyor. Kimse aksanlı Almanca konuşan kadınlara “Mülteci misin?” diye sormuyor. Bazen dakikalarca Ukraynaca konuşuyor bir grup kadın. Farsça konuşuyor bazı kadınlar. Kafa sallayan da yok, parmak sallayan da. ** Bazı insanlar sınırları koruyor. Bazıları ise hemen muhabbete giriyor. Sporla başlıyor muhabbetler. Sonra iş hayatı, çoluk çocuk, ev işleriyle devam ediyor. Bazen ağır gelen annelik görevlerimden bahsediyorum. “Seni çok iyi anlıyorum” diyor karşımdaki anne. O da kendinden bahsediyor. Bazen kızını bırakacak yeri olmadığından yanında getiriyor. “Ben de torunuma bakıyorum. Beş dakika oturamıyorum yerime” diyor bir anneanne. “Biz de çocuk büyüttük, siz 2 çocuğa bakamıyorsunuz” demiyor hiç kimse. ** 50 yaş üstü kadınların muhabbetlerini dinliyorum. Bir kadınla karşılaşıyoruz arada. 58 yaşında. Müthiş pozitif enerji dağıtıyor etrafına. Anaokulunda çalışıyormuş son 5 senedir. Hiç komplekse kapılmadan “Ev hanımıydım ben. Önce çocuklarımı büyüttüm, sonra anneme baktım” diyor. Muhabbet çocukla devam ediyor. “Çok şükür 30 yaşındaki oğlumu evlendirdim geçen sene. İnşallah (Arapça söylüyor bunu) geri gelmez“ diyor. “Aaa bu bizim oğlunu evlendiren Ayşe Teyze değil mi diyorum” içimden. ** Crtsi sabah 10’da beni salondan çıkarken gören bir kadın „Ne güzel erkenden gelmişsin” diyor. “Kalktığımız gibi gelmezsem gelemiyorum ev işlerinden” dediğimde “Ev işleri bekleyebilir” diyor. Aaa aynı annem gibi konuştu diyorum. “Babaları yapar” dediğimde “Daha da iyisi! Bizim zamanımızda biz yaptıramadık!” diyor. Aaa şimdi de kayınvalidem gibi konuştu diyorum. ** 70 yaş üstü zengin kadınların muhabbetlerini de keyifle dinliyorum. Teyze yanındaki kadına anlatıyor: Geçen gün denedim Tesla’yı. Beğenmedim, almadım. Belki de ben kullanmayı beceremedim. ** Bir kadın duruyor yanımda. Ayaküstü muhabbet ederken kendinden bahsediyor: “Ben Makedonya’da Hukuk okudum. 11 sene Bakanlıkta çalıştım.” “Şimdi ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bir Huzur Evi’nin mutfağında çalışıyorum. Almanya’ya geldiğimden beri bedensel işler yapıyorum” diyor. “Bu konuyu muhakkak uzun uzun konuşmalıyız” deyip numaramı veriyorum. ** Spor salonundaki dayanışmayı izliyorum bazen. Kimsenin cesaret edemediği bir şey denemek istiyor bir kadın. “Galiba yapamayacağım” dediği yerde diğer kadınlar onu desteklemeye başlıyor sözleriyle. Tezahürat edenler oluyor. Kadın başardığında alkış kopuyor salonda. Wow! Kadını nasıl da kendine inandırdılar diyorum! ** Bir sene önce yeniden başladığım Fitness’e son üç aydır hergün gidiyorum. Kas geliştirmek, kilo vermek, forma girmek için gitmiyorum. Hiyerarşiden uzak kalmak istediğim için gidiyorum. Çevremdeki insanların mesleklerini, mal varlıklarını, pozisyonlarını duymadan ilişki kurmak istediğim için gidiyorum. Gülümseyen insan görmek istediğim için gidiyorum. Bir de herkes gibi stres atmak, zihnen rahatlamak, zinde kalmak için. Ve her gittiğimde, kendimi oraya ait hissediyorum.     (Fitness deyince aklınıza o koca koca salonlar gelmesin. Küçücük bir salonda, en fazla 15 kişinin bir çemberde (Zirkeltraining), 5 kişinin aletlerde (Ausdauertraining) spor yapabildiği bir ortam)     Post Views: 964

Weiterlesen »
+ posts